Almanya’da gerçekten tuhaf bir kazan kaynıyor: “Tasasız bir toplum için…”

Almanya’da gerçekten tuhaf bir kazan kaynıyor: “Tasasız bir toplum için…”
Yayınlama: 12.09.2022
Düzenleme: 12.09.2022 16:13
71
A+
A-

Demek ki, bu partilerden barışçı bir dış politika beklemek abesle iştigaldir. Gerek iktidardakiler, gerekse şu anda “kendileri muhalefette, ideoloji ve politikaları iktidarda olan” CDU ve CSU, bunlara neredeyse dördüncü büyük parti olma iddiasına soyunan AfD’yi de ekleyiniz.

 

Koca reklam panosu, üstündeki sloganla önümü kesiverdi ve beni düşüncelere boğdu: “Hepimizin tasasız yaşayabileceği bir ülke için.” (Für ein Land, in dem wir alle unbeschwert leben können.)

İddiaya bakar mısınız? Bunu okuyan hemen herkeste umut yaratacak bir meydan okuma!

Milyonlarca insanın özel yaşamlarındaki raslantılara bağlı dertlerinin ve tasalarının bitmeyeceği açık. Fakat bir de toplumsal yaşamdaki düzenin bireylerin ezici çoğunluğu için koşullandırdığı dertler var. Bu ülkede milyonlarca insanın işsizlik, giderek artan yoksulluk, törpülenen haklar gibi, düzenin yarattığı sorunlar karşısında endişe duyduğu, tasalara boğulduğu sır değil. Anlaşılan, reklamın iddiası, toplumu genele yaygın bu dertlerden kurtarmak.

İddianın sahibi mi? İmzasını, anlamsız gözlerini reklama bakanlara dikmiş, kamuflaj kıyafetli yeni yetme askerin hemen altında okuyorum: Federal Almanya’nın silahlı kuvvetleri “Bundeswehr”!

Bu toplumda düşünce kuruluşlarından ve kimi propaganda merkezlerinden medyaya, oradan da halkın bilincine ışınlanan yalan ve çarpıtmalara alışmamaya çabalıyorum. Onun için bir kez daha hayretle irkildim. Şaka gibi. Reklam panosunun karşısına geçip kahkalarla gülmekle, insanların bunca ahmak yerine konmasına oturup ağlamak arasında sıkışıp kaldım.

MİLİTARİZMİN YENİ ATAĞI

Anlaşılan, Alman emperyalizmi Ukrayna Savaşı’nda ABD emperyalizminin gölgesinde yeni bir fırsat yakalamış görünüyor. Bu fırsattan istifade ederek yeni bir militarist atağa hazırlanıyor. Silah üretimine ve ihracatına hız vermek, orduya 100 milyar avro ek bütçe ayırmak, bu arada ordu mevcudunu çoğaltmak… Ve tabii ülke dışında her fırsatta geniş çaplı manevralara katılarak savaş yeteneğini geliştirmek. Bütün bunlar için orduya karşı sempati yaratmak ve tabii gençleri orduya katılmaya çağırmak.

Benzeri bir reklam kampanyasını yaklaşık altı yıl önce, giderek genişleyen tepkiler üzerine sonlandırmışlardı. Yine caddeler reklam panolarıyla donatılmıştı. Çocuk yuvalarından başlayarak tüm okullarda tanıtım toplantıları düzenliyor, halk şenliklerinde standlar kuruyor, gençleri orduya çağırıyorlardı. Yoksulluk sınırında yaşayanların sayısının milyonlarla ölçülmeye başladığı, gençlerin üniversite eğitimi olanaklarının sınırlandığı, işletmelerde meslek eğitim yeri bulunamadığı bir ortamda argümanları hiç de yabana atılacak gibi değildi: “Orduya katıl, meslek öğren! Kariyer basamaklarında hızla tırman!”

Ne var ki, her türden zenaatın yanı sıra üniversiter öğrenim de içinde olmak üzere geniş olanaklar vaat edilen gençlerin, zorunlu olarak bir meslek daha öğrenecekleri üzerine pek konuşulduğunu duymadık: Otomatik silahlarla insan öldürmek, bombalar, izli roketlerle binaları havaya uçurmaktan tutun da bir seferde on binlerce insanı yok edecek, kentleri yerle bir edecek nükleer silahlar kullanmaya, bunları taşıyacak uçaklara pilotluk yapmaya, gemilerde ve denizaltılarda tayfa, güverte subayı, komutan falan olmaya dek…

Amaçladıkları sempatiyi elde edebildikleri, gençler için arzuladıkları gibi bir çekim merkezi haline gelebildikleri söylenemez. Neden, derseniz… Süslü sözler tatlı vaatler arasında konuşulmuyordu, ama biraz aklı çalışan herkes söylenmeyeni biliyordu. Neydi o? Öldürmeyi öğrenmek, aynı zamanda ölmeyi de öğrenmek, bunu da göze almak anlamına gelir.

YELKENİ DOLDURAN UKRAYNA RÜZGÂRI

Şimdi ortam biraz daha farklı. AB ülkeleri ve onlardan ayrılan İngiltere’nin hükümetlerinin Ukrayna Savaşı ile birlikte ABD ve NATO’dan aldıkları ivmeyle başlattıkları Rusya karşıtı propaganda asla barışı hedefleyen bir çizgi izlemedi. Aksine, bir yanda Rusya’ya karşı ırkçı, aşırı milliyetçi bir çizgiye oturtuldu. Hemen tamamı sermaye odaklarının elindeki medya, bir yandan da futbol maçlarındaki Hooliganlar misali, Ukrayna’ya “Haydi aslanım, dayan! Sarışınsın, mavi gözlü, yaklışıklı ve kahramansın! Haydi dayan, daha dayan!” diye tempo tutarak savaşı körüklemeye giriştiler. Tüm Avrupa Birliği ülkelerinde. Halen de bunu yapıyorlar…

Henüz ortamın kendileri için yeterince olgunlaşmadığı dönemde sinsiliği tarihte kaç kez tekrarlanmış olan Alman emperyalizmi, işte bu rüzgarla yelkenlerini doldurarak toplumu bir adım daha militarizmle sarmalamaya çalışıyor.

SİYASİ PARTİLERİN ORTAK PAYDALARI

Liberalleri anlıyoruz. SPD de ilk kez savaş harcamalarına evet demiyor. Ona da şaşırmıyoruz. Varlık nedeni işçi haklarının sürekli olarak budanmasına, ücretlerin düşürülmesine, taşeron çalıştırmaya, çalışma koşullarının ağırlaştırılmasına ve daha bir sürü musibete karşı mücadele etmek olan sendikalara gelince… Onlar da bu toprakların tarihinde ilk kez sermayenin saldırısı karşısında suskun kalmıyorlar. (*)

İlginç olan, hükümet ortağı Yeşiller. Bunlar da genç Almanya’nın yakın tarihinde ikinci kez hükümet koltuklarına oturduklarının ertesinde sokaktaki solumsu söylemlerini unutuveriyorlar. O renkten Dışişleri Bakanı Baerbeck de sanki savaş çığırtkanı “Hooliganların” liderlerinden biri. O, açıkça savaşı seviyor. Almanya’nın bu savaşa daha da çok katkı sunmasını talep ediyor. Dahası, anlaşılan, Ukrayna ve onun yanı sıra Baltık ülkelerinden Bosna-Hersek’e Avrupa’da kalıcı bir yangın yeri arzuluyor. (Seçmenlerinin ne düşündüğünü, ne istediğini umursamadığını, bu yolda yürümeyi sürdüreceğini açıkça söylüyor.)

Schröder Kabinesi’ne lastik ayakkabı, açık yakalı gömlek ve bisikletle gelip Almanya’nın ilk kez ülke dışına asker göndermesine önayak olan Yeşil renkli Joschka Fischer’i anımsıyorum. İlk kez o hükümet değil miydi, ağır liberal dönüşümlerle işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlara meydan savaşı açan? Yok efendim, içlerinde tartışma varmış da, kimileri bu çizgiye karşıymış da… Geçiniz! Ve sonuca bakınız.

Hem de ikinci kez sonuca bakınca da görülüyor ki, iddiamız yerindedir: “Yeşiller, sokaktaki tüm solumsu söylem ve propagandalarına karşın, tekelci sermayenin en saldırgan, savaşsever siyasi partilerinden biridir.” NOKTA.

VAZGEÇİLMEZ BİR GEREKSİNİM: ORDU

Demek ki, bu partilerden barışçı bir dışpolitika beklemek abesle iştigaldir. Gerek iktidardakiler, gerekse şu anda“kendileri muhalefette, ideoloji ve politikaları iktidarda olan” CDU ve CSU, bunlara neredeyse dördüncü büyük parti olma iddiasına soyunan AfD’yi de ekleyiniz. Bunlar hep birlikte Alman emperyalizminin çıkarlarını koruma ve daha da genişletme yarışı içindeler. Tüm reflekslerini buna ayarlamış bulunuyorlar. Yani, hammadde kaynaklarına ulaşmak, pazarları genişletmek, ticaret yollarının -başkaları için değil- kendileri için emniyetini sağlamak. Ve tabii tüm dünyaya bu gözle bakanların bir “olmazsa olmazı” da güçlü, donanımlı, deneyimli bir ordudur. O orduda hizmet görecek, gönüllü olarak nereye gönderilirse gidecek, kimi düşman belletirlerse öldürecek ve tabii… Kendisi de gönüllü ölecek insanlardır. (Bunlar için Almancaya 1800’lerden bu yana yerleşmiş bir deyim var: “Top mermilerine yem.”)

Nitekim Alman ordusu artık çoktan “dış görevlerde” emniyet ve asayişi sağlamak, insani yardım yapmak falan gibi bahaneler arkasına sığınmayı bıraktı. Şimdi doğrudan savaş manevralarına katılıyor. Üstelik bir yanı Rusya Federasyonu’na karşı provokasyon hizmeti görecek Doğu Avrupa coğrafyasında, öte yanı Çin Halk Cumhuriyeti’ne ve Kuzey Kore‘ye karşı provokatif çıkışlar yapma niyeti taşıyan ABD uçak gemileri, savaş filolarının dümen suyunda Pasifik’te.

BUNLARLA TASASIZ TOPLUM OLMAZ

Bunları duyan, sürmekte olan gerilim ve belki sıcak silahlı çatışmaların ülkesine yaklaşmakta olduğunu fark eden bir toplum tasasız olabilir mi?

Topluma temelsiz sözler veren ordunun, yarın başka ülkelere göndereceği evlatlarının teker teker ölmeye başladığını öğrenen, sıranın ne zaman kendi çocuklarına geleceğini bekleyen bir toplum tasasız olabilir mi?

Yabancı ülkelere asker gönderen bir ülkede, bir gün yabancı ülke askerlerinin de kendi ülkelerine gelebileceğini düşünen insanlar tasasız olabilir mi?

Olmaz, olamaz.

TASASIZ TOPLUM BUNUNLA OLUR

Olamaz mı? Dedik ya, tek tek tüm bireylerin tasasız olması olanaksız. Ama tasasız bir toplum neden olmasın? Bunun için gerçekleştirilmesi gereken çok koşul varmış gibi görünmesi ne kadar da aldatıcı.

Hemen kabaca saymaya başlayalım:  Örneğin, ırkına, ulusal ve etnik kökenine, ten rengine, cinsiyetine, dinsel inancına, cinsel eğilimine ve her türlü faklılığına bakılmaksızın tüm yurttaşların eşit haklara sahip olduğu bir düzende… Herkesin toplumsal gelirden katkısı oranında ve adil bir paylaşımla hakkına düşeni alabildiği bir düzende… Tüm yurttaşların “Çalışma Hakkı”na sahip olduğu, dolayısıyla işsiz kalmayacağı…“Konut Hakkı”nın temel bir hak olarak tanındığı, dolayısıyla spekülatörlerin abarttığı kiralarla insanların cebinin boşaltılmayacağı… Eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanmanın tüm yurttaşların temel hakları arasında sayılacağı ve tamamen parasız olacağı… Yurttaşların kültürel, sportif faaliyetlerinin, ulaşımının ve benzeri gereksinimlerinin devlet tarafından kâr amacı gütmeksizin parasız ya da en ucuz fiyatlarla sağlanacağı…

Böylesi bir toplumda, içinde yaşanılan an ve geleceğe yönelik tasalara yer kalır mı?

Yine bir sürü madde mi saymaya başladım? Hiç de değil. Tek bir maddede anlaşalım: Bir avuç azınlığın insan emeğini sömürerek, borsa oyunlarıyla, rant gelirleriyle, spekülasyonlarla kasalarına devasa servetler yığmasının yasaklanacağı bir düzen. Hepsi bundan ibaret. Tüm saydıklarım ve daha da –hep birlikte- sayabileceklerimizi olanaklı kılacak tek madde burada düğümleniyor.

Ve işte bu düğümü elbirliğiyle çözmek gerekiyor.

___________

(*) Her iki dünya savaşı öncesindeki gelişmelere resmi tarih dışına çıkarak dikkatlice göz atan herkes bu iddiama yeterinden fazla kanıt bulacaktır.

CEMİL FUAT HENDEK – MAİNZ

GRAFİK TASARIM: Ömer Yaprakkıran + Shutterstock

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.