İltica akınının acı gerekçesi: “Her şey demokrasi!”

İltica akınının acı gerekçesi: “Her şey demokrasi!”
Yayınlama: 27.07.2023
Düzenleme: 27.07.2023 23:25
199
A+
A-

Federal Almanya’daki anaakım medyada bu ülkeye en çok ilticanın hangi ülkelerden geldiği haberleştiriliyor. 2023’ün ilk yarısına ait veriler, bu sıralamada Türkiye’nin en çok iltica başvurusu yapılan üçüncü “kaynak ülke” konumunda olduğunu gösterdi. İlk iki sırayı Suriyeli ve Afgan sığınmacılar alıyor. 

Türkiye’den Avrupa’ya, ama özellikle de Federal Almanya’ya yönelik sığınmacı akışı durmak bilmiyor. Almanya, tüm ilticacıların ana hedefi olmuş durumda. Son dönemde bu başvurulardan birini, yine Türkiye’deki dijital medyanın gelişkin grafikerlerinden Erol Tigrak yaptı. Geçtiğimiz yıllarda bir romanı (“İki Yıldız Kaydı”) da yayımlanan Tigrak, sorularımızı yanıtlayarak içinde bulunduğu durumu, kararlarının arka planında yatan gerçekleri ve beklentilerini aktardı. 

– Türkiye’de özellikle dijital teknoloji ve grafik zemininde büyük kurumlarda görev yapan bir uzman işgücüydünüz. Önceki yıllarda bir romanınız yayımlanmıştı. Yeni romanlarınızın da yayımlanmayı beklediğini bildiriyorsunuz. Ancak siz Türkiye’de artık demokratik bir ortamda yaşamanın mümkün olmadığı gerekçesiyle Almanya’ya iltica başvurusunda bulundunuz. Neden böyle bir yol seçtiniz?

Birileri Türkiye toplumunun cahil, bilinçsiz, kültürsüz ve ahlaksız olmasını istiyor. Allah aşkına, bir iki saatliğine İstanbul’daki kitap sahaflarını bir gezmenizi istiyorum. Kitap fiyatları el yakıyor. Yeminler olsun ki, kitaplar altınla yarışıyor hale geldi. Zaten toplumumuz kitap okumayı sevmiyor. Türkiye’de her 100 kişiden sadece 1’i kitap okuyor, o da okumak dersek. Bu kadar sıkıntının içinde bir de kitap fiyatları almış başını gidiyor. Velhasıl birileri Türkiye toplumuna “Kardeşim okuma, cahil kal!” demeye devam ediyor. Bilinçli ve mantıklı bir politika.

– Belki de cahillerin ve meraksızların kalmasını, bilgi kuşanmak isteyenlerin ve meraklıların Batı’ya kaçmasını istiyor yönetenler. Böylece eleştiriler azalacak ve yönetmek daha bir kolaylaşacaktır… Olamaz mı?

EROL TİGRAK- Türkiye’de gerçek anlamda binlerce yetenekli gencimiz var. Şöyle ki, o gençler arasında en acizi ben idim. Ben bile yazarlık, film senaryosu, köşe yazarlığı dışında televizyon dünyasında yani dijital sosyal medya alanında da kendimi geliştirdiğime göre… Yani diyorum ki, ben bile bu kadar şeyi başardıysam, diğerlerini düşünemiyorum bile.

Ne yazık ki, ülke ve genç beyinler olarak teknoloji, bilim alanında çok geride kaldık, bırakıldık. Grafik tasarım, film-dizi kurgusuyla uğraşmama rağmen yeterince teknoloji altyapısına sahip olamadık. Ülke öyle bir hale geldi ki, insanlar teknolojiye, bilişime ulaşamaz oldu. Koskoca medya kuruluşları bile bir grafikçinin, bir kurgucunun ihtiyacı olan grafik-kurgu programlarını temin edememektedir. Dövizin durdurulmayan yükselişi karşısında, teknolojik aletlerin ateşi yükseldikçe yükseldi. Şimdi Türkiye’de birçok basın yayın organlarında grafik-kurgu ve reji programlarının çoğunun lisansı bulunmamaktadır. 

Türkiye’de maalesef yazarlık ve yayıncılık alanında durumlar gerçekten çok zor durumda. Hele ki muhalifsen vay haline…

– Nasıl bir zorluk bu?

EROL TİGRAK – Söylediklerimin üstünden bir daha geçersek, derdimi daha rahat anlatabilirim belki. Şöyle: Muhalif yazarların, aydınların, gazetecilerin, yaşam, barınma, temel hak ve hukuk güvencesi kalmamıştır. İnsanlar adaletsizce, hukuksuzca tutuklanıp kodese atılmaktadır. Yürüyüş ve propaganda hakkı yoktur. Zaten bir avuç olan muhalif medyada da maddi ve manevi sıkışmışlık derinleşmektedir. Medyadaki zor çalışma koşulları, teknolojik yetersizlikle paralel bir gelişmedir. 

– Gazeteci ve yaratıcı bir emek sahibi olarak iltica başvurunuz burada nasıl karşılandı? Örneğin, Alman bürokrasisi sizi nasıl bir muameleyle karşıladı? Gözlemleriniz…

EROL TİGRAK – Bütün yukarıda saydığım nedenler beni Almanya’ya itti. Hiç kimse memleketini bırakıp yaban ellere gelmez. Demek ki, memleketini bırakıp kaçanların başı oldukça beladadır. Bu konuda şunu da belirtmek isterim: “İki Yıldız Kaydı” romanımın piyasaya çıkmasıyla, rejim yanlılarının sözlü saldırısına maruz kaldım. Tehdit seviyesi yükselince, çekinerek diğer eserlerimi baskıya veremedim. Benim gibi nice yazarlar bulunmaktadır. 

Doğrusunu söylemek gerekirse beni Almanya’da oldukça kibar karşıladılar. Sanki evimdeymişim gibi bir sıcaklık, samimiyet gördüm. Yalansız, dolansız, yargısız… 

Söylediğim gibi çok kibardılar ve hep gülümsüyorlardı. Yüzlerindeki tebessüm hiç eksik olmadı. Rencide edici davranışları yoktu. Her sorduğum soruya sabırla cevap verdiler. 

– Bundan böyle ne gibi bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz? Türkiye’deki antidemokratik ortamı buradaki üretiminizle aşabileceğinize inanıyor musunuz? 

EROL TİGRAK – Gerçekçi olmak gerekirse Türkiye’de sahip olmadığım özgürlüğe burada kavuşacağıma inanıyorum. Ülkeye giriş yaptığın zaman karşılaştığın muamele seni ikna ediyor. Maalesef Türkiye’de düşündüklerini, yani rejimin hoşuna gitmeyenleri ya düşünmeyeceksin ya düşündüğünü saklayacaksın ya da kâğıda geçirmeyeceksin. Lakin Almanya’da her konuyu hiçbir kısıtlanmaya maruz kalmadan dile getireceğime canı gönülde inanıyorum.

Türkiye’de birçok esere imza atan ve hayatının bir kısmını Almanya’da sürgün geçiren Aydın Engin’i tanımayan yoktur. Engin Almanya’nın Frankfurt şehrine yerleşir, geçimini sağlamak için taksicilik yapar. Neden? İşte bu, tüm duyarlı insanların kafa patlatması gereken bir sorudur. Aydın Engin Türkiye’de yaşadığı zorluğun sadece küçük bir bölümünü Almanya’da yaşamıştı. Maddi yolda gurbette zorluk çektiyse de özgürlük alanında oldukça rahattı.

Bana sorarsanız bir aydının yeri filizlendiği, boy attığı yer memleketi olmalıdır. Lakin her istediğimiz gönlümüzce olmuyor. 

Batı ülkeleri, geri kalmış ülkelere göre demokrasi, adalet, hukuk, insan hakları gibi birçok alanda liderdir. Böyle ülkelerde bir aydının yok olması, eserlerini yayınlatmaması gibi bir lüksü olamaz. Kendini yormaya gerek yok, “sıfır sıkıntı”, zaten devlet kendisi seni teşvik ediyor. Sadece düşünmek, üretmek kalıyor sana. Burada devlet hem baba hem de annedir.

– Biraz fazla iyimser değil misiniz? Hiç hesapta olmayan zorluklarla karşılaşmanız da mümkün… Değil mi? 

EROL TİGRAK – Şunu belirtmek isterim: Bir ülkeyi vatan yapan şey dökülen kan değildir, aslında demokrasi, adalet ve hukukudur. Bununla ilgili bir misal vermek isterim. Kore diye bir halk vardır. Kore diye bir coğrafya da. Kuzey-Güney diye ikiye bölünmüş, güneyde demokrasi, adalet, hukuk adına her şey var iken, kuzeyde hiçbir şey yoktur. Bunun sonucunda görmüş oluyoruz ki, demokrasisi olan Güney, lider ülkelerle yarış halinde, ekonomisi, sanayisi, kültürel faaliyetleriyle standartların üstündeyken, Kuzey ise halkı yoksulluk, sefillikle perperişan olmuş durumda. Yani devleti, milleti var eden tek şey, demokrasidir. 

Bir toplumda demokrasiyi kurmak, korumak oldukça meşakkatli bir iştir, bedel istemektedir. Bu bedel ödendiği zaman halk refaha, huzura ulaşır. Batı ülkeleri yıllar önce bedel ödediler, şimdiyse torunları kaymağını ağız tadıyla yemektedirler. 

Bir örnek daha vermek isterim: Bir zamanlar dünyanın en demokratik ve en güçlü, müreffeh ülkesi olan Venezuella’da, halk, yanlış bir tercih ve yönetimin yanlış kararları yüzünden şimdi yoksulluk içinde yaşamaktadır. 

Ünlü sinema-yönetmeni Alfred Hitchcock’a sormuşlar en iyi film nasıl çekilir, diye, “Senaryo, senaryo, senaryo!” demiş. Ben de diyorum ki, bir ülkenin muasır medeniyet seviyesine yükselmesi için her alanda demokrasisini, hukukunu ve adalet mekanizmasını güçlendirmesi gerekiyor. Yani “Demokrasi, demokrasi ve demokrasi!” diyorum.

YENİ POSTA – SUHL