Federal Almanya’da da “çarşı karışıyor”: Sosyalistlerde dağınıklık, PEN’de savaş kavgası
BirGün yazarı Gürsel Köksal, siyaset sahnesindeki karışıklığa dikkat çekti: “Önceki yaşamlarında tamamen farklı pozisyonlarda olan birçok kişinin bir sonraki aşamada belki de topyekûn yıkım sonucu doğuracak bir büyük savaşı, bir dünya savaşını başlatabilecek bu talebi destekledikleri görülüyor.”
Almanya’nın sosyal demokrat başbakanı Olaf Scholz, önceki gün yine Ukrayna gündemiyle toplanan meclisteki konuşmasında kesin olarak “NATO bu savaşta taraf olmayacak!” dedi. Böylece NATO’nun Ukrayna hava sahasını uçuşa yasak bölge ilan etmesi yolundaki çağrılara karşı Alman hükümetinin “hayır” yanıtını tekrarladı.
Ama o öyle diyor diye bu konu henüz kapanmış değil.
Savaş bölgesinden gelen tahrip olmuş şehirlerin, bombalanmış hastane, okul binalarının, toplu mezarların, çocuklarıyla yollara dökülüp diğer ülkelere sığınmaya çalışan annelerin görüntüleri bu çağrılara kamuoyu desteğini güçlendiriyor.
Öyle ki bundan önceki yaşamlarında tamamen farklı pozisyonlarda olan birçok kişinin bir sonraki aşamada belki de topyekûn yıkım sonucu doğuracak bir büyük savaşı, bir dünya savaşını başlatabilecek bu talebi destekledikleri görülüyor.
Gazeteci-Yazar Deniz Yücel de bunlardan biri. Avrupa’nın en büyük medya holdingi Springer Grubu’nun önde gelen yazarları arasında yer alan Deniz Yücel, hatırlanacaktır, Türkiye’deki gazetecilik yaparken bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ağır suçlamalarla karşılaşmış, bu nedenle uzun süre hapiste kalmış çok sonra özgürlüğüne kavuşabilmişti. Almanya’ya döndükten sonra yine Springer Grubu bünyesinde gazeteci ve yazar olarak çalışmaya devam eden Yücel, geçtiğimiz ekim ayından beri de ülkenin aydınlarını çatısı altında toplayan en önemli örgütlerden Almanya PEN’in başkanı.
DENİZ YÜCEL VE PEN’DE KAVGA
Ve Deniz Yücel, geçtiğimiz günlerde Köln’de gerçekleştirilen bir edebiyatçılar kongresinde NATO’nun uçuş yasağı önerisini desteklediğini açıklayarak, yaşanan krize çözüm önerisini dile getirdi. Kuşkusuz o da bu öneriyi yaparken Rusya’nın bu durumu sindirmek zorunda kalacağı ve böylece Ukrayna’nın kendisini daha kolay savunabileceğini öngörüyor. Birkaç hafta önce Springer Grubu’nun Başkanı Mathias Döpfner de benzer açıklamalar yapmıştı.
Halbuki günlerdir televizyonlardaki tartışma programlarına çıkan emekli Alman generalleri ve bu yazının girişinde de belirttiğimiz gibi hükümet sorumluluğu taşıyan politikacılar, artık “stratejist gazeteci”lerin de önermeye başladığı böylesi bir yasağın Avrupa’nın doğusundaki bu savaşı bir dünya savaşına dönüştürebilembceği uyarısında bulunuyorlar.
Springer Grubu’na geçmeden önce TAZ (Tageszeitung) gibi sol çizgide olan yayın organlarında çalışan ve ünlenen Deniz Yücel, bu açıklamalarını PEN Başkanı olarak yaptığı için doğal olarak savaşla ilgili tartışmaların merkezinde. Ukrayna’nın Türkiye’den aldığı Bayraktar SİHA’larına ilişkin övgüde bulunurken, Almanya’yı eleştiren sosyal medya paylaşımlarına bakılırsa bu tartışmanın sürmesini o da istiyor.
Rusya’nın başlattığı bu haksız savaş Federal Almanya’da son yıllarda büyük güç kaybetmiş olsa da sağlam temelleri olan barış hareketini sarstı. Hareket içinde Deniz Yücel gibi düşünenler de var. Savaşın başından bu yana gerçekleştirilen barış yürüyüşlerinde “Şu anda tek barış örgütü Ukrayna Ordusu’dur!” pankartlarıyla “Savaşa hayır!” pankartlarının yan yana taşındığını gözlüyoruz.
GERÇEK BARIŞ CEPHESİ
Ancak gerçek barış cephesinin bu çıkışı içine sindirmesi mümkün değil.
Nitekim PEN’in eski başkanlarından beşi örgütün “tüm gücüyle barış içinde yaşayan bir insanlık için mücadele etmek” hedefiyle kurulduğunu hatırlatarak, Deniz Yücel’in örgüt başkanlığından derhal istifasını istemesi bunu gösteriyor. Gert Heidenreich, Christoph Hein, Johano Strasser, Josef Haslinger ve Regula Venske, ortak çağrılarında “Bu korkunç savaşın daha da yaygınlaşması üzerine böylesine özensizce konuşan biri, derhal PEN başkanlığını bırakmalıdır” dedi. Yücel ise bu istifa çağrısını reddettiği açıklamasında savaş tarihinden örnekler vererek bu konudaki tutumunu sürdürdü.
Elbette aydınlar arasındaki bu tartışmalar savaş kararını veren muktedirler için de ilginç ama belirleyici değildir. Muhtemelen Brüksel’de gerçekleştirilecek NATO, Avrupa Birliği ve G-7 zirvelerinde de bu uçuş yasağı talepleri yine reddedilecektir. Ancak bu savaş nedeniyle korkunç bir hız kazanan silahlanma sürecinin daha da hızlandırılacağı kesin. Yani gerçek bir barış için mücadele edenlerin bu “uçuş yasağı” tartışması kadar önemli başka bir gündemi daha var: Silahlanmaya karşı çıkmak!
Savaştan önce Almanya, NATO’nun olduğundan daha da güçlü bir askeri ittifaka dönüşmesinin önündeki en büyük engellerden biri olarak kabul ediliyordu. Silahlı kuvvetlerini küçültüyor, askeri harcamalarını NATO’nun istediği boyutlarda artırmayı kabul etmiyor, SİHA’lara etik nedenlerle karşı çıkıyor ve birliklerinin bu silahlarla teçhiz edilmesine karşı çıkıyordu.
Geçtiğimiz eylülde gerçekleştirilen genel seçimlerden sonra iktidara gelen yeşilli koalisyon hükümetinin programı da Almanya’nın bu tutumunu sürdüreceğine, dış politikanın çevreci ve barışçı olacağına işaret ediyordu. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının ardından bütün bunların arka plana itildiği, yeni bir döneme girildi.
Almanya artık bir yandan Ukrayna’ya doğrudan silah yardımında bulunup, Doğu Avrupa’daki NATO ülkelerine yönelik askeri yığınağa büyük bir katkıda bulunurken, bir yandan da anayasal değişikliğine giderek, 100 milyar euro gibi ek bir bütçeyle silahlı kuvvetlerini tarihin en büyük yeniden yapılandırma sürecine sokmaya hazırlıyor.
Sosyal demokrat, yeşil ve liberal partilerin koalisyonundan oluşan hükümet bu kararları alırken parti örgütlerinin, tabanlarının onayını almaya gerek görmemişti. Özellikle Yeşillerin tabanındaki barışçı güçleri ve sosyal demokratların tabanındaki sendikalardan bu konuda şimdiye kadar büyük bir itiraz gelmedi. Bunda kuşkusuz Rusya’nın haksızlığı ve Ukrayna’daki tahribatın büyüklüğünün ve de savaşın coğrafi olarak yakınlığının da etkisi var. Tabii tarihsel Rusya karşıtlığının ve bunu besleyen ana akımın yayınlarının da…
Ama artık savaşın ilk günlerinde yaşanan şaşkınlık yavaş yavaş ortadan kalkıyor.
Aralarında bilim, sanat, medya, sendika, kilise ve siyaset dünyasından önemli isimlerin yer aldığı 600 kişinin imzasıyla başlatılan “Savaşa Hayır!” çağrısı şu ana kadar bu yolda atılan en kapsamlı adım.
“Demokrasi ve sosyal devlet korunmalı – silahlanmanın anayasallaşmasına hayır” başlığıyla yayınlanan ve imzaya açılan bildiriyi imzalayanlar arasında, az da olsa hükümet partileri SPD ve Yeşiller’in üyesi politikacılar da var.
30 NATO ülkesinin şu anki “savunma harcamaları”nın Rusya’nın harcamalarının neredeyse 20 katını bulduğunu hatırlatan imzacılar, “Bu onlarca yıl sürmesi planlanan silahlanma, Ukrayna’daki ölümleri önleyemez, dünyamızı daha da barışçı ve güvenli bir hale getiremez” diyerek reddediyorlar.
İmzacıların çağrısı kısa sürede yaklaşık 22 bin kişinin desteğini aldı, ancak medyada yeterince yer almadığı için halen kamuoyunun gündeminde değil.
Ana akım medya “daha fazla asker, daha fazla silah”lı çözümlere ters gelen gelişmeleri neredeyse görmezden geliyor ya da önemsiz bir olay gibi yansıtıyor. Ancak eğer hükümetin planladığı silahlanma süreci başlarsa pandemiyle, yoksullukla, işsizlikle, çevre kirliliğiyle mücadele gibi hedeflere ayrılan kaynaklardan kesintilere gidilmesi kaçınılmaz olacak. Dolayısıyla şimdi zayıf görülen barış cephesi de güçlenecek elbette.
SOSYALİSTLERİN DAĞINIKLIĞI SÜRÜYOR
Öte yandan barış cephesinin en önemli bileşenlerinden sosyalistlerin dağınıklığı ise sürüyor. Örneğin zaten son zamanlarda büyük bir güç kaybı yaşayan Sol Parti, savaşın neden olduğu şoku atlatamamış durumda. Rusya’nın savaşa kalkışabileceğini öngörmedikleri için “mahcubiyet” içinde olan parti yönetimi, hükümetin politikalarına muhalefet konusunda felç olmuş durumda. Bu da güç kaybının sürmesine yol açıyor.
Örneğin bu arada partisinin savaşla ilgili politikalarından rahatsız olan Sol Parti kurucularından Oskar Lafontaine istifa etti. Kimileri Lafontaine’in kişisel nedenlerle zaten uzun süredir izole olduğuna işaret ederek, bu istifanın fazla önemli olmadığını düşünüyor. Ancak bu gerçeğin sadece bir yanı. Lafontaine’nin istifası Sol Parti açısından ciddi bir bölünmenin işareti olabilir. Alman politikasını yakından takip edenler hatırlayacaktır, Lafontaine Sol Parti’deki kariyerinden önce Alman sosyal demokrasisinin en önemli liderleri arasındaydı. Gerhard Schröder liderliğindeki SPD-Yeşiller koalisyonu döneminde hükümette ek yetkilerle güçlendirilmiş Maliye Bakanlığı’nı yürütüyordu ve SPD’nin de genel başkanıydı. 1999 yılında hükümetin politikalarını protesto ederek, tüm görevlerinden istifa etmiş ve o zamana kadar ülkenin doğusunda etkin olan “sosyalist parti” PDS’in liderleriyle birlikte, sonunda Sol Parti adını alan “demokratik sosyalist” bir partinin kurulmasını sağlayan sürecin öncüleri arasında yer almıştı. Bu süreçte SPD tabanından çok sayıda sosyal demokrat, partiden ayrılarak Lafontaine’i takip etmişlerdi. Lafontaine’nin o dönemki istifasının en önemli nedenlerinden biri hükümetin Alman ordusunu uluslararası hukuğa ve SPD’nin ilkelerine aykırı olarak ülke dışındaki bir savaşa aktif olarak sokmasıydı.
Uzun süredir Sol Parti’nin yönetiminden uzaklaşmış olsa da kendi seçim bölgesi Saarland’da aktif politikayı sürdüren Lafontaine’nin şimdiki istifasının nedenlerinden biri de muhalefetteki partisinin Scholz hükümetinin silahlanma ve Ukrayna’ya silah yardımı konusundaki politikalarına karşı çıkmaması.
Elbette Almanya’yı yeniden silahlandırmayı hedefleyen iktidardaki sosyal demokrat, yeşil ve liberal hükümet, tarihteki “Alman militarizmi”ne eleştirel bakan, buradan dersler çıkarmış olan politikacılardan oluşuyor.
Ancak artık bir PEN Başkanı’nın bile NATO’nun Ukrayna’ya doğrudan desteğini “iyi bir fikir” olarak gördüğü bir dünyayız. Bu süreç hiç de başlatanların öngörmediği biçimde ilerleyebilir…
GÜRSEL KÖKSAL – FRANKFURT
KAYNAK: www.birgun.net
FOTO: AA