Demokrasi yakılınca külleri nereye gider? Seçim sandığı sorusu
Cuma Kıvılcımları bu hafta Julian Assange’ın serbest kalması ve “suçunu kabul etmesi” ile ilgili bir tartışmayla başlıyor.
Cemil Fuat Hendek, Assange’ın trajik öyküsüne dikkat çekerken, asıl suçların ve suçluların örtbas edildiğini vurguluyor. Hendek, halkların gerçek suçları ve suçluları algılamaması için sergilenen oyunları masaya yatırıyor. Bütün senaryonun bu haksızlıkların ve vicdansızlıkların gizlenmesine yardım ettiğini kaydeden Hendek’e göre, bu oyunu boşa çıkarmak günümüz koşullarında gerçekten güç.
Osman Çutsay da, Assange olayında olduğu gibi yaşanan haksızlıkları, hatta vicdansızlıkları, açık barbarlıkları emperyalist merkezlerin kullanmaya çalıştığını ileri sürüyor. 12 yıl boyunca dünyadan koparılmış bir adamın bir tür “gözdağı mankeni” olarak kullanıldığını iddia eden Çutsay’a göre, Ukraynistan savaşı ve gösterilen tepkiler acımasız örnekleri oluşturuyor. Assange olayına veya Ukrayna’daki Banderist iktidara büyük bir itiraz gelmemesi, “emperyalist sistemdeki aydının eğitilmesi ve muhtemel direncinin törpülenmesi sürecinde” alınan mesafeye bir örnek oluşturduğunu ileri süren Çutsay, masaya yeni bulguların taşınması gerektiğine işaret ediyor.
Cuma Kıvılcımları’nda önemli bir başka sohbet konusu da yaşlı kıtada yükselen faşist ve faşizan hareketlerin yapısına yönelik. Sohbette, geçen yüzyılda denenen “birleşik cephe” veya “halk cephesi türünden önlemlerin bugün geçerli olup olmadığı da sorgulanıyor.
Cemil Fuat Hendek, Avrupa ve dünyada yükselen faşizmle mücadelede geçen yüzyılda kalmış İspanya, Fransa ve Şili deneyimlerinin trajik sonlarına dikkat çekiyor. Almancadaki “Urne” sözcüğünün hem yakılan cesetlerin küllerinin saklandığı kavanoz hem de seçim sandığı anlamına geldiğini hatırlatan Hendek’e göre, bu “tesadüfi” kavramla birçok şey açıklık kazanmış bulunuyor: “Demokrasi diye övülen şey çoktan yakılmış ve külleri o ‘Urne’de toplanmıştır,” diyen Hendek için, halkın gerçek çıkarları ve “demokratik talepleri” cesetlere reva görülen bir muameleyle karşı karşıya bırakılmıştır. Cemil Fuat Hendek, “Almanca, bu sözcük üzerinden bir gerçeğin ortaya çıkarılmasını kolaylaştırıyor aslında” görüşünü dile getiriyor.
Osman Çutsay da günümüzde özellikle liberal solun ve onun gölgesinde solculuk taslayanların yaşadığı çaresizliğin anlamını yeniden tartışmaya açmak gerektiğini ileri sürüyor. Çutsay, “Türkiye’de ve Avrupa’da sermaye rejimleri faşizmler üzerinden solun üzerinden silindir gibi geçtiler. Biz, bunu hâlâ nasıl yapabildiklerini, neden bir karşı güçle karşılaşmadıklarını sorgulamalıyız. Bugün bu silindir işlevini 1930’ların çıplak faşist şiddeti değil yumuşak güç dediğimiz kültür endüstrisi ve onun en önemli enstrümanı olan medya üstlenmiyor mu?” diye soruyor.
YENİ POSTA – FRANKFURT