Almanya faşı̇zme ve ırkçılığa karşı direnecek mı̇?

Almanya faşı̇zme ve ırkçılığa karşı direnecek mı̇?
Yayınlama: 31.01.2024
Düzenleme: 30.01.2024 19:47
136
A+
A-

Almanya ikinci dünya savaşını kaybedip, ikiye bölündükten ve Federal Almanya kurulduktan sonra da, Nazi artıkları her iki Alman devletinde de varlıklarını sürdürdüler.
Demokratik Alman Cumhuriyeti (DDR), ”faşistler, ırkçılar Batı’da kaldı” diye bir söylem tutturdu ve kendini ‘ temize’ çıkardı. Daha sonraları da ” Biz sosyalist Alman Milletiyiz” gibi savlarla ortaya çıktı. Sosyalizimde ırkçılık olmaz gibi söylemlerle, DDR’ deki Vietnam, Küba gibi ülkelerden gelen yabancı işçilere karşı ırkçı saldırıların üstünü hep kapattı. 

1950’lerin sonu, 60 yılların başından itibaren Federal Almanya’ya yabancı işçilerin gelmesiyle birlikte, aşırı sağcı, ırkçı guruplarda ortaya çıkmaya başladı. 1964 yılında Kurulan Almanya Milli Demokratik Partisi ( NPD) yanında, birçok küçük neo-nazi grup ta görünmeye başladı. 

Ortaya çıkan Neo-Nazi gruplar, aslında kendileri gibi düşünmeyen herkese, esas olarak Almanya’daki Parlamenter demokratik sisteme karşıydılar ama, bu karşıtlıklarını yabancı işçilere karşı olmakla perdelediler, kendilerini belirli ölçülerde gizleyebildiler. 

Bu gruplar; sayısal olarak kalabalık değillerdi, bütün ırkçı söylemleri ve eylemleri yabancı işçilere yönelikti, Almanya’nın devlet sistemini tehdit edecek derecede güçleri ve etkileri yoktu, parlamento dışında, kurumsal gücü olmayan gruplardı.
On yıllar süresince hedefleri hep aynı kaldı: GÖÇMEN İŞÇİLER. 

Toplum bu gurupların saldırılarına, bölgesel anlamda, şehir bazında tepkiler gösterdi, büyük ölçüde uzaktan izledi, genellikle göçmen işçilere saldırı kapsamında gördü. 

Bu saldırılara kısaca şu örnekler verilebilir: 

– Hoyerswerd’da, Lichtenhage’de Vietnamlı işçiler, ırkçı saldırıdan kaçmak için, bir binaya sığındılar. Irkçılar binayı ateşe verdiler. Amaçları onlarca Vietnamlıyı yakarak öldürmekti. Yetkili politikacılar, binayı yakmak isteyen ırkçılar için “Yolunu şaşırmış bir grup 

genç“ dediler. Tam tersine orada genç ve çocuklardan çok daha fazla yetişkin vardı.
O gün, Lichtenhagen`de yetişkinlerle birlikte, ırkçılara alkış tutan çocuklar, ileriki yıllarda NSU’yu kuran, NSU çevresini oluşturan kuşaktı. 

Bunlar “Yolunu şaşırmış çocukların” devamıydılar. 

– Mölln de bir Türk ailesini yakan ırkçılar için, ne yaptığını bilmeyen „ yeni yetmeler“ dediler.
– NSU 10 yıl boyunca, seçerek, tek tek izleyerek 9 Türk, 1 Yunan göçmeni öldürdü. Dönerciler arasında çatışma dediler. ”Döner ölümleri“ dediler.

Poliste olayları tahlil eden bir analist ”Bizim kültürümüzde böyle öldürme yokur, katiller Alman olamaz“ dedi.
– NSU Türkleri tek tek öldürmekten vazgeçerek, Köln`de Türklerin yoğun olduğu sokakta, çivi bombası patlatarak katliama girişti.
Bu, artık terörün ileri bir aşamasıydı. Türkleri tek tek öldürmekten, topluca öldürme aşamasına geçişti.
Dönemin İçişleri Bakanı, patlamadan kısa bir süre sonra, ortada ırkçı saldırı belirtileri olmasına ve polisin bu doğrultuda ifadeleri olmasına karşın: ”Olay Türk mafyasının, çarşıdaki esnafın kendi arasındaki çatışmadır, ırkçı bir saldırı değildir” dedi. 

Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti İçişleri Bakanı olaydan sonra saatlerce bulunamadı. Federal İçişleri Bakanının açıklamasından sonra ortaya çıktığında, „ben telefon dalgalarının ulaşım alanı dışındaydım, haberim olmadı” dedi.
-Hessen Eyalet hükümeti, NSU ́nun devletin bazı kurumlarıyla olan ilşikisini gizlemek için, NSU belgelerini kararttı. Hatta bazı belgelere 120 yıl gizlilik şerhi getirdi. Gizlilik şerhi süresi sonradan düşürüldü ama, herhalde 2 kuşağın ömrü bu belgeleri görmeye yetmez. Hessen Eyaleti hükümeti, NSU`nun Hessen`deki katliamlarını gizlemek için elinden gelen çabayı gösterdi. Amaç, devletin ajanlarının olaydaki rolünü gizlemekti.
Münih’teki NSU davasında mahkemenin görevi, davayı ikisi ölmüş üç sanık ve iki, üç destekçiyle kapatmaktı. Çünkü söz konusu olan, Almanya’nın dünyadaki itibarıydı. 

Sonuç öyle de oldu. NSU bir fantom gibi doğdu, on yıl boyunca on göçmeni öldürdü, Köln’de bir anda çok sayıda insanı yaralamak ve öldürmek istedi, defalarca banka soydu ve on yıl sonra da, yine üç kişilik fantomdan hapishanede bir üyesini bırakarak kayboldu. Arkası, önü, altı, üstü yoktu, destekçisi, para vereni, saklanacak yer sağlayanı, silah sağlayanı, konut kiralayanı yoktu, Almanya göz göre, göre kendini temize çıkarıyordu. 

Göçmenler de buna sözde inanıyordu! 

Tam da ortam yatışırken, bir Irkçı Hanau`da dokuz göçmen kökenli genç insanı ve kendi annesini katletti. Yetkili ağızlar, yine birçok olayda olduğu gibi katilin, ırkçı bir gruplarla ilgisi olmayan, psikolojisi bozuk, tek bir kişi olduğunu belirttiler. Katilin psikolojisi bozuktu ama, gençleri kendi ruhsatlı silahıyla öldürmüştü. 

Hiçbir yetkili kurum, hiçbir yetkili kişi, psikolojik sorunları olduğu ve göçmenlere karşı kötü niyetler beslediği resmi kurumlarca bilinen birine, silah ruhsatının neden verildiğini bilmiyordu. sorgulamıyordu. Hiçbir yetkili, psikolojisi bozuk bu kişilerin, öldürmek için neden hep göçmenleri arayıp bulduğunu sorgulamıyordu. 

Almanya’daki sağcı, konservatif partiler, toplumda sorunlar arttıkça ve onlar sorunları çözmede zorlandıkça, Almanya’ya göçü ve göçmenleri bu sorunların nedeni olarak gösterdiler.
Yukarıda sadece birkaçını örneklendirdiğim ırkçı saldırılar, bir ölçüde, göçü ve göçmenleri hedef olarak göstermenin sonucudur. 

ALMANYA’DA GÖÇMENLER VE SOSYAL ORTAM 

Yabancı İşçi göçünün başladığı dönem için 1960 yılı baz alınırsa, Hıristiyan Demokratlar Birliği (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birliği (CSU) ortaklığı Amanya’yı 2021yılında kurulan koalisyon hükümetine kadar, tam 41 süresince yönetti. 

‘Yabancı İşçilerin” üçüncü kuşaktan torunları oldu, insanlar çalıştıkları şehirlere yerleştiler. Çocukları, torunları meslek sahibi oldular, üniversitelere girdiler, hemen hemen her alanda işyerleri  açtılar. Üretici ve tüketici olarak Alman ekonomisine önemli 4 katkılarda bulundular.
Türkiye’den gelen göçmenler, bazı iş kollarında, sendikalılık oranı en yüksek gruplardan biriydiler. Federal Almanya tarihinde en büyük grevlerden biri olan, Köln şehrindeki Ford grevinin, öncüleri oldular. 

Geçicilik, misafir işçilik kalıcılığa dönüştü ama, Alman partileri, özellikle CDU’lu politikacılar, örneğin Helmut Kohl, Wolfgang Schäuble gibi parti başkanları ve CSU’nun, Edmund Stoiber, Erwin Huber, Horst Seehofer gibi başkanları, göçmenler nerdeyse 50 yıldır Almanya’da yaşarken,”Almanya bir göçmen ülkesi değil ve olamayacak, onlar ülkelerine geri dönecekler” deyip durdular. Göçmenleri, özellikle Türkleri, Ortadoğu, Afrika ve Asya’dan gelen göçmenleri toplumdan dışladılar. 

16 Mayıs 1974 – 1 Ekim1982 arasında , Alman Sosyaldemokrat Partisi (SPD)’den başbakan olan Helmut Schmidt döneminde de ”yabancı işçiler” ve göçmenlık olgusu kavranmadı.Federal Almanya başbakanı Helmut Schmidt, SPD’ nin 19-23 Nisan tarihleri arasında Münih şehrinde yapılan 20. kongresinde, ”Türkler, eğer onlara verecek işimiz yoksa tabii ki ülkelerine geri dönecekler” diyordu. Ayrıca Helmut Schmidt ölünceye kadar, göçmenlerle ilgili yaptığı her konuşmada, yabancı işçi alımının, özellikle de Türklerin işçi olarak Almanya’ya getirilmesinin yanlışlığını tekrarladı durdu. 

Alman İstastistik Dairesinin verilerine göre (29 Temmuz 2020 Frankfurter Rundchau ) 2020 yılında Almanya’daki Alman vatandaş olmayan yabancıların sayısı 14 milyon. Bu sayıya Alman vatandaşı olan göçmenler de eklenince, Almanya’daki göçmen kökenli insanlar toplumun yüzde 26’sıını meydana getiriyor. Bu da 21-22 Milyon insana karşılık geliyor. Kısacası Almanya’da yaşayan her dört kişiden biri göçmen kökenli. 

Yukardaki rakamların gösterdiği gerçeklere karşın, Federal Almanya’ya göçü, göç toplumu olmanın gereklerini kavramak istemeyen, kavrayamayan politikacılar, 50 yıla yakın bir süre, göçmenlere karşı dışlayıcı tutumlarıyla, hem Almanlara hem de göçmenlere büyük zarar verdiler. 

Bu dışlayıcı tutum, diğer faktörlerle birlikte, göçmenlerin kendilerini toplumun bir parçası hissedip, topluma katkı sağlamalarına hep engel oldu. İnsanlarda ”sen beni kabul etmiyorsan, ben neden sana yaklaşayım?” algısını doğurdu. 

GÖÇMEN TOPLUMU ALMANYA 

On, on iki yıl kadar önce yaşlanan nüfus, ülkenin genç ve kalifiye elemana olan gereksinimi, göçmen nüfusun, toplam nüfus içindeki 1/4 oranı vb. olgular, Federal Parlamentoda temsil edilen partileri Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunu kabul etmeye zorladı. 

Son 10-12 yıllık süreçten önce, CDU ve CSU Almanya’ nın bir göç ülkesi olduğu gerçeğini kabullenmekte oldukça zorlandılar. Almanya bir göç ülkesi diyemedikleri için, Almanya bir uyum ülkesidir gibi birçok anlama gelecek ama, göç ülkesi anlamına gelmeyecek bir kavram ortaya attılar. Gerek Federal Parlamentodaki diğer partilerin, gerekse toplumun çok büyük kesiminin, göç ülkesi olma gerçeğini kabul etmesi karşısında, CDU ve CSU da bu gerçeği ifade etmeye başladı. 

Bütün toplum açısından bu olumlu gelişmeye paralel olarak, bütün Almanya’da olumsuz bir toplumsal gelişme de vardı. Birçok eyalette ve tek tek şehirlerde Neo-Nazi, ırkçı, faşist gruplar göçmen karşıtlıklarını arttırırken, 2012 yılının eylül ayında, ileride bütün Almanya’ yı olumsuz etkileyecek bir gelişme oldu. Bernd Lucke, Konrad Adam, Alexander Gauland ve daha başka eski CDU üyeleri tarafından ”Seçim Alternatifi’ adı altında bir grup kuruldu. Bu gurup 2013 yılındaki Federeal Almanya seçimlerine ”Almanya İçin Alternatif” (AfD) adıyla katıldı. Seçimde yüzde 4,7 oy alarak, yüzde 5 barajını aşamadığı için Federal Parlamentoya giremedi. AFD 2014 yılında Avrupa Parlamentosu seçimlerıne katıldı ve yüzde 7,1 oy alarak Avrupa parlamentosuna girdi. Böylece AfD, karşı olduğu Avrupa Parlamentosunun üyesi oluyordu. 

AfD bu seçimlerden sonra da, her seçimde daha fazla oy alarak istikrarlı bir şekilde büyüdü. 

AfD siyaset sahnesine Euro para birimi karşıtlığı ile çıktı. Parti zaten Euro para biriminin krize girdiği dönem içinde kurulmuştu. Yunanistan’ın içine düştüğü ekonomik krizden kurtarılması çabalarını, “biz Almanlar, Yunanistan’daki emeklilerin refah içinde yaşaması

için çalışıyoruz” gibi propagandalar sürdürdü. Euro krizinin adım, adım sona ermesi ile birlikte, parti bu süre içinde mülteci, göç ve göçmen konularına yöneldi. Bu arada Bernd Lucke gibi Euro karşıtlığı temelinde politika yapmak isteyen politikacılar partiden ayrıldı, ayrılmak zorunda bırakıldı. Artık AfD’ nin en önemli mücadele konusu göçmenlerdi. AfD’ li politikacılara birçok alanda programlarının ne olduğu sorulduğunda “biz yeni bir partiyiz, zaman içinde bu konuda programımızı oluşturacağız” diyorlardı. Tek konuları vardı GÖÇMENLER

AfD toplumda göçü, çok renkliliği ve bu konularda var olan endişeleri, tereddütleri, çekingenlikleri siyasetin bir aracı haline getirdi. Göç ve göçmenliğin Almanya için, Alman kültürü için bir tehdit olduğunun propagandasını yaptı. 

AfD 2017 yılında, oyların yüzde 12,6’sını alarak, 78 milletvekili ile Federal Parlamentoya girdi. Bugün bazı eyalet parlamentolarında, en büyük muhalefet grubunu meydana getiriyor.
AfD’ nin Federal Parlamentoya ve Eyalet Parlamentosuna girmesiyle birlikte, göçmen karşıtlığı, göçmen düşmanlığı ve ırkçılık sokaktan Parlamentoya taşındı ve kurumlaştı. AfD’ nin kurulmasından önce ortada olan birçok aşırı sağcı, ırkçı, neo-nazi grup bugün doğrudan veya dolaylı olarak AfD de yer alıyor. AfD bütün bu gurupların yuvası haline geldi. 

AfD içinde farklı gruplar, kanatlar var. Bu grupların en önemlisi Björn Höcke etrafındaki gurup. Höcke’nin görüşleri bu grubun niteliklerini ortaya koymaya yetiyor. Höcke, Türkçeye ” Bir Nehirde İkinci Defa Hiçbir Zaman” adıyla çevirebileceğimiz kitabında şunları yazıyor: – ”Alman demokrasisi dejenere olmanın, bozulmanın son aşamasındadır. O ( Almanya) ancak Makyevelli’nin aşamalar modelinde olduğu gibi, tek bir güçlü (Kral, Prens) tarafından kurtarılabilir”…… 

.”Almanya yabancı halkların egemenliğinden geri alınmalıdır, kurtarılmalıdır…”,
. ”..Bunun için geniş kapsamlı, büyük bir Re.Migration (geriye göç), geriye dönüş gereklidir…”,
– ”…Siyasi rakipler Almanya’dan dışarı çıkarılmalıdırlar, gerekirse şiddet uygulanmalıdır…’.( bkz. Wikipedia, AfD konusu.) 

AfD’nin Göçmenleri Kovma Planları 

‘Netzwerkers Correctiv” adlı bir basın ağının, basın gurubunun araştırmalarına göre, AfD”li politikacılar, Neo-Naziler ve bazı işadamları 2023’ün Ekim ayında Potsdam yakınlarında bir otelde buluştular. 

Toplantının davetiyesinde, katılım ücrerti olarak, ‘”Almanya’nın kurtuluşu için” en az 5 bin avro olarak belirtiliyor.
Almanya’yı kimden kurtaracakları da toplantıda ortaya çıkıyor. AfD iktidara geldiği zaman, Almanya’daki göçmenleri büyük kitleler halinde Almanya’dan geri göndereceklerini ve bunun yollarını tartışıyorlar. Almanya’dan göndermek istedikleri sadece göçmenler değil, göçmen kökenli Alman vatandaşlarını da göndermek için planlar yapıyorlar. 

Göçmen kökenli olarak Almanya’da kalabilmenin tek bir yolu var: Asimile olmak. Plana göre topluca geri gönderme, yani “Re- Migration”u seçilmiş bir komite uygulayacak. Kim asimile olmuş, kimin asimile olduğuna kim karar verecek, asimile olmanın kıstasları nelerdir, bunlar da belli değil. Göçmen kökenli bir Alman vatandaşı, Almanya’da doğmuş, hiçbir suça karışmamış bile olsa, eğer tam asimile olmamış ise, Almanya’da kalma olanağı yok. 

Almanya’yı terketmek istemeyen Alman vatandaşları için de, yaşam şartları zorlaştırılarak, kendiliklerinden geri dönmeleri sağlanacak. Nasıl sağlanacak bu? Örneğin, bir İtalyan, Türk, İspanyol veya Yunan lokantasının camlarına, ‘Burada, İtalyan, İspanyol, Türk veya Yunan yemekleri var, girmeyin, yemeyin diye yazarak, kapıya da iki AfD’li nöbetçi dikerek mi? İtalyan, İspanyol, Türk, Yunan vb. dükkânlarına, bakkal-manavlarına, ”vatandaş buradan Alma, bunlar İtalyan, İspanyol, Türk sebzesi, karpuzu, kavunu, portakalı mı” diyecekler. Nasıl olsa Almanya’nın geçmişten kalan bir tecrübesi var. Höcke ve yandaşları herhalde o dönemin hayallerini kuruyorlar. 

NEDEN TOPLUM AYAĞA KALKTI 

AfD Federal Parlamentoda ve Eyalet parlamentolarında önemli muhalefet gurupları oluşturdu. Bazı eyalet parlamentolarında en büyük muhalefet gurubu haline geldi. Aşırı sağcı, Neo-Nazi, faşist gruplar, ”İmparatorluk Vatandaşları” (Reichsbürger) ve Almanya’ nın birçok şehrinde ”Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar” (Pegida) adı altında yürüyüşler yapan tüm grupları çatısı altında topladı. 

Bu grupların yöneticileri ve önde gelenleri, Federal ve eyalet Parlamentolarındaki AfD milletvekillerinin çalışanları kadrosuna girdiler. Parlamentolara ve arşivlere rahatça girip çıkmaya başladılar, devlerin arşivlerinde kendileri ile ilgili belgelere dahi ulaşabildiler. 

AfD kimleri sürmek istiyor? Daha önce belirtildiği gibi, 2020 yılı verilerine göre, Almanya’da Alman vatandaşı olan ve olmayan 21- 22 Milyon göçmen kökenli insanı, toplumun her dört kişisinden birini Almanya’dan sürmek istiyor. 

AfD’ nin Re-Migration’u gerçekleşirse, nüfus en az  yüzde 25 azalacak, ekonomi yüzde 25 küçülecek. Bazı şehirlerde semtler boşalacak. Köşedeki bakkal, manav dükkânları, Türk, İtalyan, Yunan dükkânları ve lokantaları olmayacak. Pizzacılar ve dönerciler olmayacak, evet her köşede karnımızı doyurduğumuz dönerciler, döner olmayacak. Süpermarketlerde çalışanların önemli bir kısmı, Tramvay ve metro sürücülerinin önemli bir bölümü olmayacak. Almanya’da binaları kuran resmi ve ismi, kaydı bile olmayan ama, binaları kuran ‘kaçak’ inşaat işçileri olmayacak. Thysen çelik fabrikasında 2.200 derece ‘cehenem ‘ ateşi fırınların karşısında çalışanların bir kesimi olmayacak. Stuttgart’ta Mercedes, Köln’de Ford, Rüsselsheim’da Opel çalışanlarının önemli bir kesimini yitirecek, bantlar duracak, 

belki de çok uzun bir süre otomobiller üretilmeyecek. Bütün bu otomobillerin Almanya’da üretilen moddelleri, dünya pazarlarına gönderilemeyecek, Almanya dünya otomobil pazarındaki payını kaybedebilecek.
Şehirler insanlarını, okullar sınıflarını, öğretmenler öğrencilerini kaybedeckler.
Bir şehir düşünün, Main nehri kıyısındaki Frankfurt gibi. AfD’ li, Faşist Höcke’ nin istekleri, umudu, hayalleri gerçekleşirse; bu şehir nüfusunun yüzde 52-53’ünü kaybedecek. Bütün ulaşım araçları yarım çalışacak, bütün işyerlerinin yarısı açılacak, insanların yarısından daha azı şehirde olacak, her şey yarım, her şeyin yarısı olacak, renk bitecek, farklı tatlar, farklı kokular, farklı diller gidecek, şehir grileşecek rengini kaybedecak, Etnik Almanlar kendi başlarına kalacaklar.
İşte, AfD’nin, Höcke gibi ırkçıların, faşistlerin Potsdam’ daki toplantıları ve hedefleri ortaya dökülüp, ayağa düşünce Almanya ayaklandı.
Bir hafta sonunda, Almanya’nın büyük şehirlerinde, kasabalarında, küçük yerleşim birimlerinde 1.000.000 ( Bir milyon ) kadar insan, AfD’ nin planlarına karşı yürüdü. Renksiz, birçok yerde ve birçok alanda yarılanmış, yarıya düşmüş, gri bir Almanya’ya itiraz eden toplum, AfD’ye karşı ayağa kalktı.
Umut edelim bu protestolar, geçmişte göçmenlere yapılan saldırılardan sonra, saman alevi gibi yanıp sönen, protestolar gibi geçici olmaz, uzun soluklu, sürekli olur.
Söz konusu olan Almanya, sadece etnik Almanların değil, 22 milyon kadar göçmen ve göçmen kökenli Alman vatandaşlarının da Almanya’sıdır. Göçmenler ve göçmen kökenli Alman vatandaşları sayısal olarak, taraftarıyla, seçmeniyle ve Partisiyle bütün AfD’den daha fazlayız. Ortak bir yaşam için sesimizi yükseltmemiz, ayağa kalkmamız gerekmez mi? 

DR. İ. HALİL ÖZAK – BERLİN