Türkiye’deki Almanya üzerine notlar: Bir “rol model” tartışması mı?

Türkiye’deki Almanya üzerine notlar: Bir “rol model” tartışması mı?
Yayınlama: 13.09.2025
Düzenleme: 13.09.2025 15:14
10
A+
A-

Türkiye’nin dünya sistemi içinde ve kendi bünyesinde Almanya ile bağlantılarını araştıran, bulgularını akademik alanda olduğu kadar makaleler ve kitaplarla da tartışmaya açan Dr. Behlül Özkan, sorularımızı yanıtladı.

– Türkiye’den Almanya’ya kitlesel emek göçü 1961’de Berlin Duvarı’nın inşasından 2,5 ay sonra imzalanan anlaşmayla başladı. Yani hemen bir emek açığı ortaya çıkacaktı. Muhtemelen de bunu telafi etmek üzere yola çıkıldı. Acaba “Müslüman emekçilerin” siyasal İslam üzerinden “komünizmin iğvasına kapılmaksızın” Federal Almanya’ya tehlikesiz bir biçimde entegrasyonu mu sağlanmaya çalışılıyordu? Bu kolay sakinleştiricinin (aslında uyuşturucunun) sonuçları neler oldu?

Dr. BEHLÜL ÖZKAN – Bunun doğrudan Berlin Duvarı’nın inşasıyla ilgili olduğunu sanmıyorum. İkinci Dünya Savaşı sırasında milyonlarca genç Alman hayatını kaybetti. Alman sanayisinin ayağa kalktığı 1950’li yıllarda Batı Almanya’da ciddi işgücü açığı ortaya çıktı. Bunu İtalya, Yunanistan, Yugoslavya, İspanya gibi Güney Avrupa ülkelerinden karşıladılar. Ancak yetmedi. En son işçi ithal edilen ülkelerden biri Türkiye’dir. Türkiye’den gelecek işçilere Batı Almanya’da karşı çıkanlar oldu. Bunlardan biri de sosyal demokrat siyasetçi Helmut Schmidt’tir. Müslüman oldukları için kültürel olarak Türklerin Alman toplumuna entegre olamayacağını düşündü. Hayatının sonlarına doğru verdiği röportajda da bu ısrarında haklı olduğunu iddia etmiştir.

Mavi yakalı Türkiye’den gelen işçiler madenler gibi ağır çalışma şartlarına gönderildiler. Doğu Almanya’dan 1961’e kadar gelenlerse doktor, mühendis gibi beyaz yakalılardı. Doğu Alman üniversitelerinde okuduktan sonra Batı Almanya’da daha yüksek ücretlerde çalışmak için oraya geçtiler. Bunlara kıyasla mavi yakalı Doğu Alman işçi sınıfından Batı’ya geçenler daha azdı, çünkü sosyal hakları iyi durumdaydı. Zaten Berlin Duvarı’nın inşasının temel nedeni Doğu Almanya’nın yetişmiş insan gücünü kaybetmek istememesidir. Duvarın inşasıyla yetişmiş insan gücünü ülkede tutan Doğu Alman ekonomisinde ciddi sıçrama oldu. Türkiye’den gelenlerse sınıfsal açıdan bunlardan farklıdır. Ancak 1960’larda hiç beklenmeyen bir gelişme oldu. TKP’nin Doğu Almanya’ya gitmesi, buradan radyo yayınlarına başlamasıyla Türkiyeli işçiler bundan etkilenmeye başladı. Bu da hem Ankara hem Bonn’da alarm zillerini çaldırdı. Buna çözüm olarak İslamizasyonla Türkiyeli işçilerin solun etkisinden kurtulmaları amaçlandı.

BİR TABU OLARAK ALMAN YAKIN TARİHİ

– Ankara egemenleri bir yana: Sizce, neden Batı Almanya’nın Türkiye’deki siyasal İslam’ın teşvikçisi olduğunu Türkiye solu görmezlikten geldi? Gözleri kamaştıran ne olabilirdi? Alman demokrasisi mi?

Dr. BEHLÜL ÖZKAN – Olabilir. Ancak bence daha önemli bir dinamik var burada: Alman akademisinin kendi devletlerinin siyasetine eleştirel bakamaması. Bu konuda Almanca yayımlanmış çok az çalışma var. Almanya’nın 1945 sonrası yakın tarihi tabudur. Nazi döneminin Batı Almanya’ya mirası çalışılmaz. Bu konu kapatılır. 1945’te bürokrasisi ve sanayisiyle Nazi yönetimi altında yaşayan bu insanlar bir günde buharlaşmadılar. Uzaydan birileri de gelmediğine göre Nazi iktidarı altında önemli görevler üstlenen on binlerce kişi 1945 sonrasında yeni gömlekleriyle hayatlarına devam etti.

Ancak Batı Alman siyasi ve ekonomik sistemiyle Nazi dönemi arasındaki devamlılıkları çalışmak isterseniz önünüze engeller çıkarırlar, araştırma fonu vermezler, yayım yapamazsınız, iş bulamazsınız. Benim başımdan da bu konuda ilginç tecrübeler geçti. Bu döneme dair yayımlamak istediğim bir makaleyi Alman siyaseti üzerine yayım yapan German Politics dergisine gönderdim. Makaleye gelen hakem yorumları kelimenin tam anlamıyla şok edici şekilde garipti. Soğuk Savaş’ta Batı Almanya’nın Türk aşırı sağını nasıl desteklediğini yazdığım makalenin yayımlanmaması için Alman hakemler bilim dışı yorumlar yaptılar. Bu meselelere girerseniz Almanya’da başınız ağrır. Eski Nazilerin Batı Alman sisteminde nasıl hayatlarına devam edip önemli görevler üstlendikleri konusunun üstünü örtmek istiyorlar.

– Federal Almanya Cumhuriyeti, acaba ekonomisiyle Türkiye için bir sanayileşme modeli de oluşturabildi mi? Aynı şeyi Türkiye’deki demokratlar ve solcular bir demokrasi rüyasıyla sürdürmedi mi? Bir başka ifadeyle, Türkiye’de sol adına siyaset sahnesine çıkanlar Almanya’yı ekonomide de siyasal yaşamda da bir model olarak almıyor muydu?

Dr. BEHLÜL ÖZKAN – Türkiye için Almanya’nın bir model olarak alındığını sanmıyorum. Türkiye solunda Alman sosyal demokrasisiyle benzerlikler var. SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) 1950’lerin sonuna kadar aslında işçi sınıfı temelli bir parti. Bağlantısız dış politikayı savunuyor. Ama bu çizgide durursa iktidara getirilemeyeceğini fark edince halk partisi çizgisine dönüyor. CHP ile de aslında benzer bir paralellik kurulabilir. Ama Almanya’nın Türkiye üzerinde etkisi model almak üzerinden gelişmedi. Alman sanayisinin Türkiye’ye 1950’lerden itibaren ciddi yatırım yaptığını görüyoruz. Türkiye’yi Alman sanayi ürünleri için bir pazar olarak gördüler. Ancak burada yapısal bir sorun ortaya çıktı. Batı ittifakı içinde Türkiye bir tarım ekonomisi olarak konumlandırıldı. Ancak Türkiye’nin tarım ihracatı sanayi ithalatını karşılamayınca dış ticaret açığı nedeniyle ekonomide ciddi krizler oluştu. Bu krizlere Almanya ciddi pansuman yaptı. 1950-85 arasında Hindistan’dan sonra Batı Almanya’nın en çok borç ve kredi verdiği ülke Türkiye’dir.

– Federal Almanya 12 Eylül’ün de en büyük ve etkili destekçisiydi. Dolayısıyla klasik seküler kemalist dünya görüşünün gömülmesi için harcanan çabalarda Alman parmağı çok fazla var. Bonn Cumhuriyeti, Türk-İslam Sentezi’nin Batı Almanya için bir çıkış yolu olduğunu mu düşünüyordu? Yani Almanya, son on yıllarda içeride sert bir İslam karşıtı politika izlerken, özellikle “İslami” dış pazarlarda tam tersine bir hamle ve böyle bir sentezle Amerikan baskısını göğüsleyebileceğini mi düşünüyor? Bu niçin ileri sürülebilir?

NATO’NUN İKİ CEPHE ÜLKESİ

Dr. BEHLÜL ÖZKAN – Almanya’nın içeride sert İslam karşıtı bir politika izlediğini düşünmüyorum. Almanya’nın 19’uncu yüzyıl sonundan itibaren hep bir İslam politikası oldu. 1960’lardan itibaren Türkiye’den gelen işçilerin sol örgütlerle ilişkilerinin önünü kesmek için İslami yapılar hep desteklendi. Milli Görüş’ten başlayarak, Nakşibendi cemaatlerden Cemalettin Kaplan’a kadar uzanan yelpazede yer alan tüm İslami aktörlerin Almanya’da çok güçlü olmaları raslantı olmasa gerek. Ancak ilginç olan Türkiye’deki akademik çalışmaların uzun dönem bu konuya bigâne kalması. Bizde yeşil kuşak teorisi üzerinden Türkiye’deki reislamizasyonda ABD’nin başat aktör olduğunun altı çizildi. Ben, Almanya’nın ABD’den hiç de aşağı kalır bir yanı olmadığını düşünüyorum. 12 Eylül öncesinde Türkiye ekonomik kriz içindeyken, 1979’da yapılan Guadeloupe Zirvesi’nde Bonn, Ankara’dan sorumlu aktör olarak atandı. Türkiye ekonomisinin krizden kurtarılması, İran benzeri istenmeyen gelişmelerin yaşanmaması için Almanya liderliğinde girişim başladı.

Aslında Almanya’nın tercihi bir AP-CHP koalisyonuydu. Bu grand koalisyonun siyasi istikrar getirerek verilen dış borçla ekonomik krizden çıkacağını düşündüler. Ama kısa zamanda bunun mümkün olmadığını anladılar. 12 Eylül darbesi öncesinde bile Alman büyükelçisi Evren ve Haydar Saltık’la temastaydı. Bunu darbeyi Almanya planladı anlamında söylemiyorum. Ama ordunun üst kademesiyle hep yakın ilişki içindeydi Almanlar. Unutmayalım, 1974 Kıbrıs Harekâtı sonrası uygulanan Amerikan silah ambargosu nedeniyle de Türkiye’nin askeri gereksinimlerini Almanya karşılıyordu. Emniyet ve MİT’in de gerekli silah ve teknolojik donanımları Almanya’dan geldi. Yani Türkiye güvenlik sisteminin en büyük destekçisi Almanlardı. Bunu hem Alman yatırımlarını korumak için hem de Türkiye’yi Sovyet etkisinden korumak için yaptılar. Hem Batı Almanya hem de Türkiye NATO’nun cephe ülkesiydi. Uluslararası ilişkilerde ontolojik güvenlik dediğimiz görece yeni bir yaklaşım var. Komünizm bu iki ülkenin varlığı için endişe kaynağıydı. Her iki ülke için de komünizm fiziksel veya askeri bir tehdit değildi. Ontolojik endişeydi. Ülkeler için endişeyle baş etmek imkânsızdır. Bunun gerçek hayatta bir karşılığı olmadığı için ne yaparsanız yapın endişenin üstesinden gelemezsiniz. Tehdit değil, endişeden bahsediyorum. Bununla baş edebilmek için Nazi geçmişine rağmen Batı Almanya komünizme karşı Türk aşırı sağına destek verirken, Türkiye’de de müesses nizam laik cumhuriyetin altını oyan reislamizasyona yeşil ışık yaktı.

– Türk-İslam Sentezi’nin Kürt-İslam Sentezi ile göğüslenmesi, böyle sembiyotik bir ilişkiye dönüşmesi bir Bonn senaryosu gibi görünüyor. Öyle mi?

Dr. BEHLÜL ÖZKAN – Bu konuda pek bilgim yok. Ancak şunu söylemem gerekir ki, yakın tarihe dönük senaryo gibi kavramları kullanmaktan kendi adıma kaçınırım. Bizim gibi ülkelerin tarihi dışarda yazılan senaryoların burada oynanmasından çok daha karmaşıktır. Kürt meselesini Batı Almanya 1960’ların başından beri yakından takip etti. Burada çarpıcı olan Doğu Almanya’nın PKK’ya hep mesafeli durmasıdır. Bizde resmi tarih PKK’nın SSCB tarafından desteklendiğini iddia eder. Ben Doğu Alman arşivlerinde bu iddiayı destekler bir belge görmedim. Tam tersine PKK’ya hep kuşkuyla bakmışlar hem Doğu Almanlar hem de Sovyetler.

– “Legacy of the Cold War” diyorsunuz, yanlış değil, ama… Türkiye ile Almanya yönetenleri arasında ciddiye alınacak boyutlarda bir gerginlik var mı gerçekten? Pek yok gibi görünüyor on yıllardır, bazı temelsiz ve sonuçsuz çığırtkanlıklar bir kenara bırakılırsa… Bunu bir Soğuk Savaş mirasından çok günümüzün bir ihtiyacı olarak göremez miyiz? Aynı soruyu başka türlü de sorabiliriz: Bugün Ankara ile Berlin arasında İslam çerçevesinde ciddi bir çekişme olduğunu düşünüyor musunuz? Varsa eğer nasıl bir çekişme bu, taraflar neyi paylaşamıyor olabilir? Eğer önemli bir gerginlik veya çekişme yoksa, neden böyle bir şey yok?

RADİKAL İSLAMI KONTROL ÇEKİŞMESİ

Dr. BEHLÜL ÖZKAN – Ciddi bir rekabet ve çekişme var benim görüşümce. İslami aktör ve örgütleri kimin kontrol edeceği üzerine… 1980 darbesi sonrasında, Almanya’daki İslami örgütlerin kontrolden çıkması sonrası, Bonn Türk generallerden yardım istiyor. İran İslam devrimi, Afganistan’dan başlayan çatışma ve cihat, Suriye Müslüman Kardeşlerinin başlattığı ayaklanmayla Türkiye kökenli İslami aktörler Almanya’da radikalleşiyor. Bunu kontrol edebilmek için DİTİB kuruluyor. DİTİB girişimini doğrudan Bonn destekliyor.

Ancak AKP sonrasında Almanya’nın yaklaşımı değişmeye başladı. Türkiye’yi 23 yıldır yöneten ve parti devletine dönüşen iktidar DİTİB’i kendi çıkarları çerçevesinde kullanmak istiyor. Almanya’da AKP siyasi mitingler yaptı. Almanya bunu kendi içişlerine müdahale olarak görüyor. Rekabet bunun üzerine. Yoksa Almanya’nın Türkiye’de laiklik veya demokrasinin çöküşüyle bir derdi yok.

– Türkiye ile Federal Almanya arasındaki ekonomik ilişkiler 1950’lerden itibaren hızlandı. 1970’lerde bir CIA raportörünün, George Harris, Türkiye’nin NATO içindeki sorumluluğunu Federal Almanya’nın uhdesinde kalacağı yolundaki tezleri biliniyor. Sadece altyapı, teknoloji vs. değildi Almanya’dan Türkiye’ye giden. 1980’deki Bonn Büyükelçisi ve Özal’ın da Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu, kendisiyle 1994’te Bonn Büyükelçiliği’nde yaptığımız bir mülakatta, Türkiye’nin dünya sistemi içinde, “ama Avrupa’da”, sorumluluğunu Bonn’un üstlendiğini kabul etmişti. Ayrıca, yönetim katında, birçok katmanda yoğun bir antikomünizm de pompalanıyordu. Türkiye, Almanya’nın mı uhdesindeydi artık gerçekten?

Dr. BEHLÜL ÖZKAN – Almanya’nın Türkiye ekonomisi üzerindeki ağırlığı 1950’lerden itibaren arttı. Daha o dönemde Almanya, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağıydı. MAH ve BND arasında da yakın ilişkiler var. Fuat Doğu, [Reinhard] Gehlen’in yazdıklarını istihbarat eğitimi için okutturan bir isim. Gehlen’e bir hayranlık duyuyorlar. 1970’lerde antikomünizm nedeniyle bu ilişkiler giderek derinleşiyor. Ekonomik anlamda 1979 Guadeloupe Zirvesi dönüm noktası. ABD Başkanı Carter orada Schmidt’e “Türkiye’nin sorumluluğunu siz alacaksınız,” diyor. ABD’de 1980’de seçimler var. Carter “Ben Türkiye’ye yardım edersem, Rum ve Ermenilerin oyunu kaybederim,” diyor Schmidt’e. İhale Almanya’ya kalıyor. Schmidt bu durumdan çok memnun olmasa da Batı ittifakının kararı bu şekilde olunca kolları sıvıyorlar. 24 Ocak kararlarının en önemli destekçisi Batı Almanya’dır. Darbe döneminde Türkiye’yi ilk ziyaret eden Batılı dışişleri bakanı da [Hans-Dietrich] Genscher. Bonn Türkiye’ye verdiği borç ve kredinin geri ödenebilmesi için askerlerin süngü zoruyla kurduğu siyasi istikrardan memnundu. İnsan hakları ve işkenceler konusunda suyuna tirit açıklamalar yaptılar ama ciddi bir yaptırım uygulamadılar. Sorduğunuz Halefoğlu Bonn’da büyükelçiydi bir dönem. Dışişleri bakanlığına getirilmesinde Özal döneminde bu etkili oldu mu? Buna dair bir belge bulamadım. Ama muhtemeldir bence.

– Bir makalenizden çıkaracağımız sonuç: Siyasal İslam, tarihsel bir süreçte Bonn-Berlin’in etkin müdahalesiyle yani yıllar içindeki yatırımlarla Ankara’da tek başına iktidar oldu. Bu antikomünist histerinin, SSCB karşısındaki iki cephe ülkesinde dizginleri ele alması nasıl bir yol izledi sizce? Özellikle de Alman sosyal demokrasisinin siyasal İslam’a örtülü desteklerini nasıl yorumlamak gerekiyor?

SİYASAL İSLAM VE DIŞ DİNAMİKLER

Dr. BEHLÜL ÖZKAN – Siyasal İslam’ın Türkiye’de iktidar olmasının tek nedeni dış dinamikler değil. Birisi düğmeye basıyor ve burada bir şeyler değişiyor şeklinde akmıyor tarih. İslamcılık 150 yıldır etkili bir ideoloji ve İslamcılar önemli siyasi aktörler. Tek başlarına iktidar olabilmeleri birçok farklı faktörün biraraya gelmesiyle mümkün olabildi. Bunlardan biri de Soğuk Savaş’ta komünizmle mücadelede dinin aktif olarak kullanılması. Bunun mirasını bugün ABD’de de görüyoruz. Orası da aşırı sağa kayıyor. Bugün Batıda İslam karşıtı siyasi partiler var. Ancak aynı siyasi aktörler yakın geçmişte İslamcıları sola karşı kullanılabilir müttefikler olarak gördü. Türkiye’de 1970’lerde Milliyetçi Cephe hükümeti döneminde İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk’ün Batı Almanya ziyareti sırasında Alman makamlarıyla yaptığı görüşmelerin kayıtlarına ulaştım. Asiltürk, Hristiyanlar ve Müslümanlar olarak komünizme karşı birlikte mücadele etmemiz gerek, diyor. El sıkışıyorlar. Sola karşı Türkiye Emniyet’ine ve istihbaratına Almanya teçhizat yağdırıyor. Türkiye’de ordu da özellikle 1960 sonrası giderek muhafazakâr bir kurum olarak ekonomik-siyasi sistemin başat aktörlerinden biriydi. 1970’lerde İçişleri ve Adalet Bakanlıklarının MSP’de olmasına dair ordudan çıt çıkmadı.

– Türkiye’de istihbaratın modernleştirilmesinde ve hatta medyanın modernleştirilmesinde Almanya’nın özel bir yeri ve ağırlığı (personel, teknoloji, anlayış vs. açısından) olduğunu ileri sürebiliyoruz. AB’nin bu alanlardaki Ankara’ya yardımı ile Almanya’yı karşılaştırdığımızda ne görebiliyoruz?

Dr. BEHLÜL ÖZKAN – Alman istihbaratçılarla Türkiye istihbaratı arasında yakın ilişkiler var. 1920’lerde MAH’ın kurulmasında bile Almanlar etkili. İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye üzerinden Nazi Almanyası SSCB’nin cephe gerisine istihbarat operasyonları düzenliyor. Ancak Sovyet istihbaratı Türkiye’de yaptığı sızmalarla bunların tamamını takip ediyor. Soğuk Savaş döneminde de Almanya ve Türkiye arasında bu yakın ilişki sürüyor. Almanya dışında Avrupa’da istihbarat anlamında Türkiye’ye bu kadar yakın bir ülke yok. Gehlen ve Fuat Doğu arasında da ağabey-kardeş ilişkisine benzer bir yakınlık var. 1960’ların sonlarında Enver Altaylı’nın Batı Almanya’ya eğitime gitmesinde bu ikili rol oynuyor. Benzer bir durumu Murat Bayrak’ta da görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin Hançar birliklerinde savaşıp, 1960’lardan itibaren ülkücü hareketin silahlı eğitiminde rol alıyor. 1980 darbesi sonrası Almanya’ya gidiyor. Cemalettin Kaplan’ın orada kalabilmesinde devreye gidiyor.

Bu aktörlerin hepsi, CIA görevlisi Ruzi Nazar dahil 1970’lerden itibaren Batı Almanya’dalar. Bu network Ağca’nın Papa’ya suikast girişimiyle dağıldı. Bunların Ağca suikastıyla ilgileri var mıydı? Varsa bile bununla ilgili belgeler paylaşılır mı? Tam bir kara kutu.

– Çalışmalarınızda her 10 yılda bir Türkiye ve Federal Almanya’nın siyasal İslam’la ilişkisinin değiştiğini belirtiyorsunuz. 50’lerde Ankara (DP) kuşkulu bir tavır içinde, ABD’nin siyasal İslam’ı kullanmasına karşı, hatta Amerikan politikalarına resmen bozuk çalıyor. 27 Mayıs’ın bir tesadüf olmadığını düşünebiliriz. 1960’larda ise Bonn ve Ankara, İslam’ın komünizme karşı silah olarak kullanılmasına hiç öyle karşı falan değil. Tersine… Sizce, neden?

Dr. BEHLÜL ÖZKAN – Bunun nedeni çok açık. Almanya Türkiye ekonomisine yatırım yapıyor. Türkiye’de sendikal hareketin gelişmesine karşılar. Çünkü burasının ucuz işgücü olarak kalmasını tercih ediyorlar. Alman arşivlerinde Türk sendikacılığının gelişimine dair tonla belge okudum. Solun, öğrenci harketlerinin ve sendikaların gelişmesine karşı İslamcılık ve milliyetçilik temelli aşırı sağı panzehir olarak görüyorlar. Bunun izdüşümü Batı Almanya’daki Türk işçilerde de yaşanıyor. Bu insanlar 1960’larda mavi yakalı olarak sol dünya görüşünün etkisindeler. Alman toplumuna entegre oluyorlar. Ancak çalıştıkları fabrikalarda grev yapmaya başlayınca işler değişiyor. O dönem Türklerin Ford fabrikasında yaptığı grev çok ses getiriyor. Tam da bu yıllarda Almanya camilerin ve Kuran kurslarının açılmasına destek veriyor. Türk işçilerinin reislamizasyonunun tam gaz arkasında Bonn. Berlin’de solculara karşı Türk İslamcılarının bir yürüyüşü var 1960’ların sonlarında. İslamcılar kendi anılarında Alman polisinin kendilerini nasıl desteklediğini açıkça anlatıyor. Doğu Almanya merkezli TKP’nin Türk işçiler nezdinde etkili olmasını kendi çıkarlarına tehdit olarak görüyor Bonn. Bugün Almanya’daki Türkler arasında AKP’nin oy oranı yüzde 70’lere varıyor. Türkiye’nin 2 katı. Demek Almanya’da reislamizasyon Türkiye’den çok daha başarılı hayata geçirilmiş.

Dr. BEHLÜL ÖZKAN KİMDİR?

Behlül Özkan, Fletcher School of Law and Diplomacy, Tufts Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler alanında doktora (2009) ve yüksek lisans (2005) derecelerine sahiptir. Lisans derecesini (1998) Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden almıştır. Türkiye siyaseti, Soğuk Savaş dönemi güvenlik ve istihbarat, jeopolitika ve Siyasal İslam üzerine akademik makaleleri bulunmaktadır. 2012 yılında Yale University Press’ten çıkan kitabı Türkçe olarak Kırmızı Kedi Yayınevinden Türkiye’de Milli Vatanın İnşası başlığıyla yayımlandı. Türkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni başlıklı kitabın (Tolga Gürakar ile birlikte, Tekin Yayınevi, 2020) editörüdür.

YENİ POSTA – FRANKFURT

KAYNAK: https://biryenicumhuriyet.com.tr/2025/09/10/turkiyedeki-almanya-uzerine-notlar-bir-rol-model-tartismasi-mi/