Köyden entelektüelliğe bir hayat: Şinasi Dikmen

Köyden entelektüelliğe bir hayat: Şinasi Dikmen
Yayınlama: 14.04.2025
Düzenleme: 15.04.2025 19:16
70
A+
A-

Almanya’ya göçün başlangıcı üzerinden 60 yılı aşkın zorlu bir zaman süreci geçti. Bu süre içerisinde gelişmiş bir ülkeye ayak uydurmak, bu ülkede güçlü olarak varolmak için zahmetli uzun yol katetmek, hayatın her alanına inatla yetişmek gerekiyordu.

Bu hedefe varmak için verimli çok emek vermek ve olağanüstü çaba harcamak lazımdı. Almanyalı Türkler kabul etmek gerekir ki, bu ülkede hayat yarışına zaaflarıyla çok geriden ve büyük eksiklikleriyle, dezavantajlı başladı.

Dünyanın en gelişmiş toplumuna entegre olabilmek, her alanda artı değer katmak için muhteşem bir çaba göstermek gerekiyordu.

Öyle böyle değil her alanda devasa farklar vardı iki toplum arasında. Bu yazıda toplumumuzda yaygın yer edinememiş, birikimi olmayan, izleyicisi olmayan kabare sanatında başarıyı yakalamak hem de anadili Türkçe olup Almanca dilinde bu başarıyı yakalamk hiç ama hiç kolay bir mesele değildi. Bir Türk olarak hele Almanya’da bu sanatta ilk olup, onur ve başarıyı yaşayıp, sonrasında genç kabare ve stand-up sanatçılarına yol açan kırk yıllık sırdaşım, dostum kabaretist Şinasi Dikmen’i anlatacağız.

Şinasi Dikmen’e sanatıyla ilgili yaşadıklarını anlattırırken, özel sorularla onu daha yakınen tanımaya çalışacağız.

DOĞDUĞUNDA YERDE KAR YOKTU

Şinasi Dikmen Samsun’un Ladik kazasının Çakırgümüş köyünde doğmuş. Kendisi bize doğumunun ilginç hikayesini annesinin aktarımıyla şu cümlelerle anlattı: „Oğlum sen doğduğunda yerde kar yoktu. Biz yaylaya giderken sen kırkındaydın. Kırkında olmak demek, o günle kırk arası demek. Biz yaylaya o yılın hava durumuna göre 10 Mayısta da gitmiş olabiliriz, ya da 30 Mayısta. O yılın hava durumuna bağlı. Sene belirtmedi anam. Seneden hiç söz etmedi bile. İlkokuldan sonra ortaokula kayıt olmaya gittiğimizde benim henüz doğmadığım ortaya çıktı.

O zaman mahkeme hakimi ile babam ve iki şahit beni ortaokula gidebilecek yaşa getirdiler. Hakim oturumu açtı. Babam ‘Sayın hakim, oğlum Şinasi bu yıl on ikinci yaşında.’ dedi. Şahitler de ‘Yemin ederiz Musa efendinin dediği doğrudur.’ diyerek tasdik ettiler. Böylece ben 12 yaşımda oldum. Ama karlı bir gün olsun diye, doğum zamanımı Ocak ayı olarak kararlaştırdı bu dört kişi.”

İZMİR’DE SIHHİYE ÇAVUŞU

Dikmen, askerlik ve iş hayatını şu bilgilere yer vererek anlattı: „Sağlık Kolejini 1965 yılında bitirdim. Ekim 1965 yılından, Haziran 1967‘ye kadar Hatay-Cilvegözü gümrük kapısında sağlık memuru olarak çalıştım. Cilvegözü’nde bir hadememiz vardı. Güya şef bendim ama, 50 yaşlarındaki kapıcım olan amca resmi dairenin idaresini hemen eline aldı. Çayını ben yapıyor, ayağına kadar getiriyordum. Kapıcı amca askerliğini anlatırken, komutanıyla arasının nasıl iyi olduğundan sıkça söz ediyordu. İzmir’de sıhhiye çavusu olarak 1967-1969 yılları arasında askerlik vazifemi tamamladım.”

Dikmen Kırklareli’nin Vize kazasına bağlı, o zamanki adıyla Midye, şimdiki adıyla Kıyıköy nahiyesinde başlayan sağlık memuriyetinde başından geçen ilgin olayları şu ifadelerine yer vererek anlattı.

“Terhis olduktan sonra Kırklareli’ne tayinimi istedim. Sağlık Bakanlığındaki benden sorumlu memur meslektaşım tayinimin Kırklareli’ne olamıyacağını söyledi. Nedenini sordum. ‚Çünkü sen istiyorsun! O zaman Sağlık Bakanlığının ki, onu ben temsil ediyorum. Herkes kendi kendinin tayinini yaparsa yaptığımız işin hiçbir değeri kalmaz.‘ diyerek durumu özetledi.

Dikmen tayinin nasıl gerçekleştiğini anlatarak durumu şöyle özetledi. “Neyse gittim, yakınlardaki büfeciden bisküvit filan getirdim ve tayinim Kırklareli‘ne yapıldı. Neden Kırklareli diyecekseniz? Yanıtım, İzmir’de sıhhiye taburundan tanıdığım Dr. Üsteğmen Hasan komutan şiir yazıyordu. Ben de iki üç senedir hikaye yazmaya başlamıştım. Bana hikayelerimi okutturuyor, dinliyor ve beni ‘Yok şurası şöyle olacak, burası böyle olmalı, biraz ordan kısalt, biraz da öbür tarafı uzat, diyerek eleştiri hakkını kullanıyordu. Fakat sıra kendisine gelince şiirlerini kendisi okuyor, buna mukabil benim eleştirilerimi asla kabul etmiyordu”.

Dikmen İzmir’den Kırklareli’ne tayininin hikayesini bize şu cümleleriyle aktardı. “İzmir’de Varyant yolu kıvrıla kıvrıla çıkar. Denize karşı oturup etrafı seyretmek, üstelik bir üsteğmenle oturup Çavuş Şinasi’nin birlikte çay içmesi çok güzel bir resimdi. Dr. Hasan komutan Kırklarelin’e tayin edildiğinde ben de onun peşine takılıp daha iyi yazmayı öğreneceğim umuduyla istemiştim. Aksilik Sağlık Müdürü beni Kırklareli’nin en uzak nahiyesine göndermişti.

Tayin edildiğim Midye’de yeni adıyla Kıyıköy’e uzaktan tanıdığım İsmail abiyi ziyarete gittim. Köyün çekiciliği yaşlanmıştı. Köy soluk, yorgun ve yaralı görünüyordu, mahzundu. Değişik yerlere görülmemis çirkinlikte binalar yapılmıştı. Kendimi hakaret edilmiş hissettim. İsmail abi ve en genci 60 yaşına gelmiş çocuklarıyla buluştuk. İsmail abi ve çocukları bana çok cömert davrandılar. Hatta Almanya’ya gideceğimi öğrenen İsmail abi bana yardımcı olmak maksadıyla ‘Şinasi sana madem Almanya kapısı açıldı, bu parayı borcunu ödeyemeyeceğini bile bile veriyorum.“ dedi.

YARIM YAMALAK ALMANCA ŞANSI OLDU

Tesadüfen tanıştığı Alman turistler Şinasi Dikmen’in hayatını kökünden değiştiriyor. Dikmen bu karşılaşmayı şöyle anlatıyor. “O köye 1970 yılında gelen bir Alman turist hanım ve erkek arkadaşıyla tanıştım. Onlar o zaman benim Almancama bayılmışlardı. Almanya’ya geldiğimde Ulm’da yaşayan Almanların beni anlamadıklarına çok şaşırmıştım. Almanlar Almancayı benim gibi Almanca bilerek gelenlerden mi öğreniyorlar diye bir kuşku geçmişti içimden.

Bu turistler benim Midye’de yaptığım mütercimlik ücreti olarak bana Baden-Württemberg eyaletinden 15 hastane adresi gönderdiler. Ben bu adreslerden Göppingen, Esslingen, Heidenheim, Ulm ve Blaubeuren hastanelerine müracaat etmiştim. Ve ben Türkiye’deyken 1972 yılında Almanya’nın Baden-Württemberg eyaletinin Ulm kentinde bulunan dünyaca ünlü Uni-Klinik hastanesi müracaatımı kabul etti. Ulm şehrine 6 Nisan’da geldim 7 Nisan’da hasta bakıcı yardımcısı olarak işe başladım.

Dokuz ay sonra benim Türkiye’de aldığım sağlık eğitimim Almanya’daki hemşire eğitimiyle denk sayıldı ve hasta bakıcı oldum. Sonra yoğun-bakım kurslarına katıldım ve severek yaptığım mesleğimden 1987 yılında ayrıldım.

DEUTSCHLAND MÄRCHEN (ALMANYA MASALI)

Dikmen 15 yılın sonunda sağlıkçı olarak devam ettiği çok sevdiği meslek hayatını sonlandırdı. Görevinden istifa eden müstakbel kabaretist, sanat yolculuğuna ilk adımını attı.

Almanca yazmaya nasıl başladığının hikayesini Dikmen şöyle anlattı: „İlk hicvimi 1978 yılında, yani Almanya’ya geldiğimin altıncı yılında, Ulm Yüksek Halk Okulu’nda (Ulm Volkshochschule) benim de katkımın olduğu geniş kapsamlı ‚Türkiye Haftası‘ için yazdım. ‚Deutschland Märchen‘ (Almanya Masalı) isimli yazılarım çok sayıda dergi ve gazetelerde yayınlandı. Ulm Yüksek Halk Okulu’nun (VHS) katkılarıyla Türkiye’den tanınmış Türk yazar ve şairlerini davet ettim.“

Şinasi Dikmen Ulm’da bulunduğu yıllar içerisinde; Aziz Nesin, Refik Durbaş, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Oktay Akbal, Bekir Yıldız, Ali Sirmen, Demirtaş Ceyhun, Yüksel Pazarkaya gibi çok sayıda ünlü yazarın Ulm’de kültürel tanıtımlar yapmasını organize etti.

KNOBİ-BONBON KABARE

Almanya’nın ilk kabare sanatçısı sanat yaşamına nerede başlayıp, nasıl devam ettiği, hangi dönemlerden geçtiğini şu cümleleriyle ifade etti: „1985 yılında kurduğum ve Muhsin Omurca ile sahneye çıktığımız ‚Knobi-Bonbon Kabarett‘ ile yollara koyulduk. Oyunlarımız Almancaydı ve Türkiye dahil Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yüzlerce kez sahneye çıktık.

Knobi-BonBon olarak 1985‘den, 1996‘ya kadar sadece Almanca konuşulan Avusturya, İsviçre ve Almanya’nın yanısıra, Türkiye, Hollanda, Finlandiya’da sahneye çıktık. Almanya’da oynamadığımız şehir sahneye çıkmadığımız neredeyse köy kalmadı.

Bu dönemi 1996 yılında kapatıp Frankfurt’a taşındım.”

ŞİNASİ DİKMEN VE KİTAPLARI

Şinasi Dikmen kitapları hakkında şu bilgilere yer verdi. “İlk hikayem 1979 yılında ‘Kürbizkern‘ (Kabak Çekirdeği) isimli tanınmış bir edebiyat dergisinde yayınlandı. Christ und die Welt gibi değişik gazeteler hikayelerimi Pazar nüshalarına aldılar. Ardından, Almanca dilinde ilk çıkan kitabımın adı: ‘Wir werden das Knoblauchkind schon schaukeln’ (Biz Sarımsak Çocuğunu Sallarız) Express Edition isimli yayınevinde o zamanki Batı Berlin’de 1983 yılında basıldı ve kitabın beş baskısı yapıldı.

Ben Aziz Nesin’e kitabımın 25 binden fazla satıldığını anlattığımda satış rakamına inanamadı. İkinci kitabım ‚Der Andere Türke‘ (Öteki Türk) ismiyle 1985 yılında aynı yayınevi tarafından basıldı. İkinci kitabım 15 bin adet basıldı ve birincisi kadar ilgi görmedi.

İki kitabıma bir kaç hikaye ilave edip, üçüncü kitap olarak „Hurra, ich lebe in Deutschland“ (Hurra Almanya’da yaşıyorum) adıyla Piper Münih-Zürich yayınevi tarafından birinci baskısı 5 bin adet (1995), ikinci baskı 5 bin adet (1996) yılında yayınlandı. Ancak, üçüncü baskıya neden girmediler anlayamadım. Ayrıca çok çabuk da bitmişti. O zamanlar Piper yayınevi İsveçli bir firma tarafından satın alınmıştı. Belki o nedenle olabilir. Dördüncü kitap 2007‘de Saarbrück yayınevince yayınlandı, fakat ilgi azdı.

DİETER HİLDEBRANDT’LI ANILAR

Şinasi Dikmen kabareye olan ilgisi ve sahne hayatındaki gelişmesini anlatarak şu ifadelerine yer verdi: „Almanya’nın efsane kabaretisti Dieter Hildebrandt (1927-2013) ‚Scheibenwischer‘ isimli kabare programını Alman 1. TV kanalı olan ARD’de sunuyordu.

Hildebrandt 1950‘li yıllarda kendisinin de kurucuları arasında bulunduğu ‚Lach und Schießgesellschaft‘ ismini verdikleri kabare tiyatrosunda çok ünlü olmuş birisiydi. Beni ona Caritas isimli kilise yardım derneğinde yabancılardan sorumlu bir Alman arkadaş tanıtmıştı. 1983 ve 1984 yıllarında iki kez Dieter Hildebrandt’ın televizyon programında oynadım. Tiyatro kültürüm yok denecek kadar azdı. Sahnede olmak, düşüncelerimi dile getirebilmek çok hoşuma gitmişti. O zamana kadar, yazdıklarımla dinleyici ve seyirci karşısına çıkmıştım. Ancak daha geniş bir kitleye hitap etmek çok heyecan vericiydi.

Dieter Hildeberandt’la birlikte Berlin’den Münih’e 1984 yılında bir televizyon programından sonra geri dönüyorduk. Hildebrandt’a sorduğum soru onu çok şaşırtmıştı!.. Dieter’e şunu sormuştum: ‚Kabare grubu kursam bana yardım eder misin?‘ Dieter soruyu anlamamıştı! Ana dili Almanca olmayan birinden gelen bu soru normal bir düşüncenin ürünü değildi. Bu düşünce iki defa televizyona çıkan birisinin, bir insanın beyninden çıkması normal değildi.

‚Nasıl bir yardım Şinasi?‘ ‚Ne demek istiyorsun? Soruyu tekrarlar mısın?‘ Dieter’in bakışı değişmişti. Bir deli vardı karşısında! Ne diyordu bu salak? Diye hem merak, hem de kuşku ile bakıyordu sanki bana. ‚Ben bir grup kuracağım.‘ Dedim sakin sakin. Dieter soruma sorularla karşılık vererek, ‚Oyuncular kimler?‘ ‚Metni kim yazacak?‘ ‚Nerede oynayacaksınız?‘ diye cevap vermişti.

Tabii bu işin ustasının kafasından geçenleri bilemezdim. Herhalde benim hayalimin, saçma düşüncemin gerçekleşmiyeceğinden yola çıkarak, ‚yardım ederim, elbette ederim. Benden konkret? (somut) Ne istiyorsun?‘ Dediğinde açıklamaya başladım. ‚Ben oyuncu bulacağım, rejisörü de ayarlarım, Ulm’da salon sorun olmaz. Bizim oyunumuza gelir misin? Bizden önce ya da sonra bizim için oynar mısın?‘ Açıklamam üzerine, ‘Tabii neden olmasın. Ama hangi gün oynayacağınızı bana önceden bildir ki, ben de zamanımı ayarlayabileyim’ dedi.

Ulm’daki Kornhaus isimli salon 29 Mart 1985 Cuma günü tıklım tıklım dolmuştu. Dieter Hildebrandt, Muhsin Omurca ve benim yani Knobi-BonBon için 90 dakikadan fazla sahnede kaldı. Bu katkısı yetmezmiş gibi, bizim oyundan daha sonra çıktığı kendi turnesinde de bizi sahneye çıkarttı. Beni bir köşeye çekip eleştirilerini yaptı.“

FRANKFURT’DA “DİE KÄS“ TİYATROSU

Şinasi Dikmen 1996 yılında Ulm’dan ayrılarak Frankfurt’a taşındı. Frankfurt’ta önce küçük bir salon buldu. Eskiden lokanta olan salonda 10 Mart 1997‘ye kadar oyunlarına yalnız devam etti. Beş yıl boyunca burada kaldıktan sonra 199 kişi kapasiteli bir yeri Frankfurt Belediyesi’nden kiraladı. Yeni salonunda Eylül 2002‘den itibaren oynamaya ve meslektaşlarını davet etmeyi yıllarca sürdürdü.

Şinasi kurduğun tiyatro die KÄS’i anlatır mısın? Diyerek soruma verdiği cevapta, „Kısıtlı imkanlarla Frankfurt’ta kurduğum ‚die KÄS‘ isimli tiyatroya özellikle Almanların ‚bizim tiyatromuz‘ diyerek tanımlamaları beni ziyadesiyle mutlu ediyor. Die KÄS sosyal kapasite bakımından Almanca kabare tiyatrolarının içinde en aktif olanı.“ değerlendirmesinde bulundu.

Almanya’nın ilk Türk kabare sanatçısı Şinasi Dikmen Frankfurt’ta kurduğu die KÄS ile ülkenin efsane kabaretisti Dieter Hildebrandt’la olan ilişkileri üzerine şu notları düştü: „Frankfurt’ta 75 sandalyeli küçük tiyatroma kendisini davet ettiğimde, hemen ‚evet‘ dedi. Tiyatromuza yalnız kendisi gelmedi, yanısıra süreç içerisinde onun tavsiyeleriyle en az kendi kadar tanınmış kabare ustalarını da Frankfurt’taki ‚die KÄS‘ ismini verdiğim tiyatromuza gelmelerine de öncülük etti.“

JÜBİLESİNİ 2015 YILINDA YAPTI

Duayen kabaretist artık çok yorulmuştu ve kendini emekliye ayırmanın zamanının geldiğini düşünerek sahnelerden çekilme kararını şöyle ifade etti: „Kabare sanatımı tam 30 yılın sonunda, 2015 yılında duvara astım. Ulm’da sahneye çıktığım ilk gün ‘Acaba Almanca dili beni 30 yıl sırtında taşıyabilir mi?’ diye düşünerek, beni taşımasını dilemiştim.

İki kişilik bir grupta grup dinamiği çok acımasızdı. Bizim grubumuz da yaşadı bu atmosferi. Ben acaba bir tiyatro açsam başarabilir miyim diye aylarca düşündüm. Ve Almanya’nın neresinde açayım, nasıl bir oyunla başlamalıyım, kaç kişilik bir tiyatro olsun, maddi imkanlarım nasıl karşılar bu boğuşmayı. Vücudumda da zelzeleler başladı. Apış aramda, koltuk altımda, suratımda sivilceler çıkmaya, kaşıntılar yoğunlaşmaya başladı. Tachycardie ve kusmalar çoğaldı. Kan basıncım bir aşağı bir yukarıydı. Uzun yıllar yoğun bakımda çalıştığımdan nedenlerini biliyordum. Bilmem ben mi hızlı başarı kazandım, bedenim mi kendini hızla düzeltmeye başladı. Atlattım hepsini. Yukarda saydığım belirtilerden iz kalmadı.

Ben Almanca’ya yetemedim, Almanca kapasitem bana istediğim dil oynaklığını veremiyordu. Dil yardımı aldığım çok oldu. Sanırım ben de Almanca’ya bir şeyler verdim galiba! Almancam ve ben fazla kavga etmeyelim, rezil olurum yoksa diye tam 30 yıl sonra 29 Mart 2015 yılında Kendi elceğizimle kurduğum kendi tiyatromda sahneden ayrıldım. Almanca bana çok cömert davrandı. Bana verebileceği, benim beynimin kabulleneceği, elimin becerebileceği, dilimin döneceği herşeyi verdi. Almancayı bana sevdiren insan Beday Hanıma saygılarımla.”

100 YAŞIMDA TORUNUMUN ÇOCUĞUYLA DANS EDECEĞİM

Şinasi Dikmen çok az kişiye nasip olan 100 yaş hayalini senaryo metni yazar gibiydi: “Şimdi 78 yaşımı geçtim. Temmuz 2023‘te dünyaya gelen torunumun kızının doğduğu gün aramızda şöyle bir diyalog geçti, ‘Bak yavrum şimdiden anlaşalım, sonra aaa ben bilmiyordum büyük baba, ben duymamıştım demeyesin. Üniversite bitirme balosundaki ilk dansı benimle yapacaksın, anlaştık mı? Eveeet dedi. Eğer 24 yaşında üniversiteyi bitireceğinden yola çıkarsak, 100 yaşımdayken torunumun kızıyla dans edeceğim.

Hayatımda hep bana yol gösteren iyi insanlarla karşılaştım. Kötüleri çok çabuk unutmayı öğrendim. Almanya’daki tiyatromun ismini o cömert insanların mesleğine olan saygımdan dolayı verdim. Die KÄS Kabarettänderungsschneiderei (Tamirci Terzi Tiyatrosu). Yakın zamana kadar elbise tamiri yapan terzilerin (Änderungsschneiderei) büyük çoğunluğu Türklerden oluşuyordu.

ŞİMDİLERDE DİE KÄS’TE OKUMALAR YAPIYOR

Şinasi Dikmen kitap okumayı çok seviyordu, sahneden ayrıldıktan sonra düzenli okumaya devam etti. Yayınlamasa da yazmayı hiç bırakmadı. Türkiye’de ya da Urla’da, ya da Frankfurt’ta yazmaya hiç ara vermeden devam etti. Bu rutinine hep sadık kaldı. Şimdilerde Frankfurt’ta çalışmalarına ara vermeden kapılarını açık tutan tiyatrosu Die KÄS’te okuma günleri yapıyor.

Son zamanlarda ‚Kan Şekeri ile Yüksek Tansiyon Arasında‘ (Zwischen Blutzucker und Bluthochdruck) mottosuyla düzenlediği aktüel okuma günleri ilgiyle izleniyor.

HOPPALA BUNLAR DA SORULUR MU?

Bazı sorular vardır ki, tanışıklık sürelerinin değişik evrelerinde karşındaki kişilere belki sorulabilir. Diğer taraftan bazı sorular vardır ki, tanışıklığın ileri evrelerinde dahi sorulmaz. Avrupalı’nın sormaktan sakındığı, çekindiği soruları biz bırakın eski tanıştıklarımıza, ilk defa karşılaştığımız kişilere bile dangadak sorarız.

Türk toplumunun klasik soruları vardır, ilk karşılaştıklarınıza bile sorabilirsiniz. Kadının yaşı, erkeğin maaşı sorulmazın dışında mesela: “Ne olacak bu memleketin hali? Memleket nire? Sıkıntı var mı? Sağlık sıhhat ne alemde? Ramazanla aran nasıl? Oruç var mı? Niyetli misin? Çoluk çocuk var mı? Karnın aç mı? Alkol alır mısın? Bizim haylaz oğlan okusun mu, meslek mi yapsın? Çorba kaynıyor mu?”

Bazıları hoşluk, bazıları densizlik, bazıları da patavatsızlık kokan sorulardan bazılarını Şinasi Dikmen’e soralım.

BEN SOSYAL AYYAŞIM

Dikmen’e, ‘içkiyle aran nasıl‘ soruma kendine özgü cevaplarla şu ifadelerine yer verdi: “Şöyle bir şişe açayımda güzel bir şarap akşamı yapayım demiyorum. Ben sosyal ayyaşım! Dostlarımla yemeğe çıktığımda ya da iş yemeğinde şarap içiyorum. Çok nadiren içtikten sonra, ertesi sabah uyandığımda eve nasıl geldim ya! Diye kendi kendime sorduğum günler çok azdır. Son senelerde nerdeyse hiç yoktur.

Rakıyı sevemedim!.. Sinsi, insanı sırtından vuran, kötü niyetli bir içki. Masa başında dostlarla içerken sakin, bardağın içinde yalnız kokusu hissedilen çekingen bir içki. Ama masayı terketmek istediğinde ağzından giren içkinin ne zaman dizlerine kadar inmis, gözlerine perde takmış, gücünü eline geçirmiş, farkına varamazsın. Rakıya güvenmiyorum!“

KUMAR İÇİN SÖYLECEKLERİN VAR MI?

Dünyaca ünlü Rus yazar Fyodor Mihaylovic Dostoyevski’nin romanına konu olmuş kumar ve kumarbazlık üzerine Şinasi neler söyler.?

„Kumar, iskambil oyunları, tavla, satranç Yenişehir Sağlık Koleji’nde 1961-1965 yılları arasında her yatılı öğrenci gibi ben de o oyunlar sınıfından geçtim. Öğrencilik yıllarımda kumar oynayacak kadar paramız yoktu ama, bir aylık okuldan gelen harçlığı bir saat içinde üttüğüm ya da ütüldüğüm olmuştur.

Sonraları özellikle ev pokerleri oynadım. Ufacıktı bütçemiz ama, yine de kumardı yaptığımız. Bazen cep harçlığı kazanıyorduk ya da yitiriyorduk.“

SİYASETLE NE KADAR İLGİLENDİN?

Siyasetle alakalı kendini anlatır mısın? Soruma şu cevapları verdi: „Hayatımda hiçbir zaman, hiçbir partinin ne resmi üyesi oldum, ne de gözüm kapalı herhangi bir partiyi seçtim. Almanya’da 1977‘de kurulan Halkçı-Devrimci Federasyonu’nun kurucu üyelerinden biriydim. O federasyona üye iki değişik derneğin kurucularından birisi olarak elebaşılığını da yaptım.

Küçük ayak oyunları nedeniyle dernekçilikten uzaklaştım. Beni, okumak, yazmak, herhangi bir dernek ya da parti içinde koşuşturmaktan, devamlı güç yarışlarına katılmaktan çok daha fazla tatmin ediyor.“

ALMANYA HAKKINDA EN AZ BİLGİSİ OLAN ÜLKE TÜRKİYE

Tekaüt kabaretist Dikmen „şimdilerde ne yapıyorsun?“ sorumu iç çekerek şöyle cevapladı: „Yıllar yılları kovaladı. Şimdilerde ağırlıklı olarak üç yerde yaşıyorum. Günlerim, aylarım Türkiye’de İzmir/Urla, Almanya’nın Baden-Württemberg eyaletinde bulunan Ulm ve Hessen eyaletinin Frankfurt kentinde geçiyor.

Urla’da çok az kişiyle görüşüyorum. Evden dışarıya sadece yemek yemeye çıkıyorum desem abartmış olmam. Fakat Urla’da oyuncu Ercan Kesal’ın kurduğu konaklama, gastronomi, tiyatro, sinema, müzik, plastik sanatlar, atölyeleri olan ‚UrlaDam‘ sanat merkezinin düzenlediği organizasyonları pek kıymetli buluyorum.

İlginç bir tespitimi de paylaşmak isterim o da şu: Milyonlarca Türk’ün yaşadığı Almanya ve Almancılar hakkında en az bilgisi olan ülke Türkiye. Almancı kelimesini kavrayamayan insanların başında ben geliyorum galiba. ‚cı’ ‚ci‘ ekinin en gereksiz yapıştığı kelime Almancı. Almancı demek Alman yapan ve o yaptığı Almanı satarak geçinen demek. Aynı yoğurtçu, ya da simitçi, ayakkabıcı gibi. Ben 53 yıldır Almanya‘dayım, ne bir Alman yaptım, ne de bir Alman alıp Alman sattım. Suudi Arabistan’da ikamet eden, orada çalışanın adı Suudici değil, ya da Rusya’daki bir inşaatçı Rusçu değil. kelimenin herhangi bir anlamı olmadığı için olacak Türkiye’deki insanlar Almancı’nın kendisinin de bir anlamı yoktur diyorlar galiba.“

YEMİN PAZARTESİSİ (SCHWÖRMONTAG)

Dikmen Almanya’ya ilk geldiği yer olan ve uzun yıllar yaşadığı ve de ilgisinin hiçbir zaman kopamayacağı Ulm kenti üzerine şu notları düştü. „Ulm kenti uzun yıllarımı geçirdiğim, çocuklarım ve torunlarımın yaşadığı çok güzel, orta büyüklükte sakin ve liberal bir kent. Bu kentin yüzyıllar öncesindeki bir belediye başkanının Yemin Pazartesisi’nde (Schwörmontag) yapacaklarını halkın önünde yemin ederek teminat vermiş. Bu gelenek yüzlerce yıl geçmesine rağmen hala devam ediyor. Ulm Almanya’daki ilk şehir tiyatrosu olan bir kent. Ulm Hitler faşizmine isyan eden Scholl Kardeşler’in evinin olduğu; güzel, yeşil ve üretken bir yer.

Frankfurt şehri ise daha büyük, ancak aynı özelliklere sahip bir kent. Son derece iyi korunmuş zengin tarih ve kültürel dokuya sahip bir metropol. Üniversiteler ve fuarlar şehri. Kitap fuarından, süreklilik içinde çeşitli kültürel ve sanatsal etkinlikleri olan güçlü finans merkezlerinden biri. ‘Müzeler caddesi’nde görülmeye değer çok sayıda müze var. Bu şehirde huzurluyum. Urla ve Frankfurt’ta günlerim yayınlamasam da okuyarak ve yazarak geçiyor.“

MEZARIM NEREDE OLSUN?

“Her fani ölümü tadacaktır“ sözü her ölümlü haber üzerine hatırlanır. Özellikle iki ülkeli insanlarda bu cevaplanması gereken önemli bir sorudur. Ne dersin? „Bu arada malum her fani gibi ben de ölümle karşılaşacağım. Mezarımın nerede olmasının bencileyin hiç bir önemi yok! Urla, Ulm ya da Frankfurt. Neresi olursa olsun farketmez. Bu konu umurumda değil!..“

YENİ NESİL KABARETİSTLERE TAVSİYELERİN VAR MI?

Usta kabaretist Dikmen genç nesil kabare ve stand-up’çılara tavsiye vermeye ilişkin soruma şu görüşlerine yer vererek: „Die Käs Tiyatrosu olarak azınlıkların istekli çocuklarına öncelik veriyoruz. Hiçbir zaman tiyatromuz kabare ve stand-up’çı dostlarımızın inanç ve etnisitesine bakmadı. Çünkü, sanat insanlığın birleştirici, ortak dilidir.“ diye cevapladı.

Yeni kuşak kabaretistleri değerlendiren duayen sanatçı, „Almanya’da Kabare ve stand-up genç nesillerce çok sevildi. Çok başarılı, yetenekli Türk asıllı kabaretistler iki üç bin kişilik salonlardan, 30 bin kişilik stadyum gösterilerine kadar izleyici kitlesi bulabiliyor. Kabare dili Almanya’da Almanca. Elimde veri yok, fakat Türkçe kabarenin ilgi görmediğini gözlemleyebiliyorum. Gençler kabareyi Almanca olarak izlemek istiyor. Oyunculara, tavsiyelerim olmaz. Sebeplerine gelince; oyuncular, sahne sanatçılarının hepsi farklı kültürlere sahipler. Değişik imkan ve koşullardan geldikleri için her biri kendi yolunu, yöntemini bulmalı. O nedenle bu yola çıkanlar kendi yolundan yürümeli, ilerlemelidir. Zaten onlar da öyle de yapıyorlar. Son zamanlarda bilhassa başarılı Arap asıllı gençler ön konuşmacı olarak daha genç olanları sunuyorlar. Böylelikle usta-çırak ilişkisiyle yol alıyorlar.“

ALMANYA VE TÜRKİYE’Yİ DEĞERLENDİRİR MİSİN?

Almanya ve Türkiyeyi değerlendirmesini istediğimde şu cevapları aldım: „Türkiye siyasetini değerlendirecek kadar ilgilenmiyorum. Dostlarımın, akrabalarımın anlattıkları beni uzmanlaştıramıyor. Genelde buluştuğum dost ve arkadaş grubumun hemen politik olayları değerlendirerek sohbete, söze başlamaları beni boğuyor. Zaten aynı dünya görüşüne sahip insanlar birbirleriyle tartışıyorlar ve birinin bildiğinin aynısını öteki de tekrar ediyor. Beni daha uzun yaşadığım Almanya ilgilendiriyor. Ayrıca, Türkiye’de oy hakkım da yok.

Çok sıcak olmasa, yaz aylarında gittiğim Türkiye’de iki buçuk aydan daha fazla süre kalabilirim.

İNSANA YATIRIM YAPMAK LAZIM

Şunu söylemek zorundayım. Türkiye‘nin endüstrisinin değisebilmesi için insana yatırım yapması gerekir.“ Diyerek şu ifadelerine yer verdi:

„Türkiye siyaseti beni, birkaç Türkçe gazete okumanın dışına çıkarmıyor. Eskiden ‚köy kahvesi filozofları‘nın‘ birbirleriyle olan laf dalaşları, karşılıklı atışmaları hiç ilgimi çekmiyor.

Türkiye’den Almanya’ya davet edilen politik konuşmacılara ve tartışmalara da katılmıyorum. dinleyenlere yararının olmadığını düşünüyorum. Politika yapanlara etkisinin, yararının olmadığını biliyorum, ayrıca sevmiyorum da!

Almanya’ya gelince, ben bir siyasi yorumcu değilim. Fakat şu kadarını söyleyebilirim. Günümüzde bu ülkede en çok tartışılan konular arasında görülen AfD partisinin siyasetteki yükselişi. Almanya’da her zaman yüzde 20‘ye yakın aşırı sağcı parti taraftarı vardı. Bundan sonra da olacak?

Özellikle Almanya gibi geçmişinde antidemokratlardan çok acılar çekmiş bir ülke olarak, antidemokratlardan nasıl korunacağını yalnız düşünmek, dert yanmakla değil aktif düşünce ile hareket edilmesi gerekir.“ ifadelerine yer verdi.

MUSTAFA BOZDURGUT – ULM