Korkunun gölgesinde “Almanya”: Gerçekleri konuşmanın zamanı gelmedi mi?

Adım adım bir ekonomik krize doğru yol alan ve bu iklimde AfD (Almanya için Alternatif) gibi faşizan sağın her türlü rengine açık, ama gün be gün kitleselleşen bir partinin de durdurulamayan yükselişine sahne olan Almanya’da görmezden gelinemeyecek bir güvenlik sorunu var. Berlin’deki hükümet ve başı, Friedrich Merz, bu sinekten yağ çıkarmaya çalışıyor.
Avrupa’nın şimdilerde çatırdayan bu “jeoekonomik hegemonunda”, çok tuhaf şeyler oluyor. Özellikle alt gelir gruplarını yakından ilgilendiren şeyler…
Neler mi?
2015’teki, İslam dünyasından kaynaklanan göçmen akınından bu yana sokaklarda, tren istasyonlarında, parklarda yaşanan şiddet, cinsel taciz, bıçaklama olayları artık haberlerin değil, insanların bilinçaltının bir parçası haline geldi. Özellikle kadınlar, genç kızlar ve aileler için bu korku, hayatın görünmez bir zemini oldu. Günlük yaşam, istemsiz bir tedirginlikle, “Ya başıma bir şey gelirse?” duygusuyla akıyor.
YANLIŞ KİŞİ DOĞRULARI SÖYLÜYOR
Başbakan Merz, Alman şehirlerinde bir güven sorunu yaşandığından emin. Görmemiş olamaz. Ama bunu kullanmakta da kararlı. Şehirlerde, sokaklarda durumun ne olduğunu kendisine itiraz edenlerin, sokaklardaki durumu kızlarına sorması gerektiğini vurguluyor.
Friedrich Merz’in politik söylemine katılmak mümkün mü? Ne siyaset tarzına ne de temsil ettiği anlayışa güven duymak mümkün değil elbette. Ama “Stadtbild” (Şehir Manzarası) tartışmasında söylediği şeyin, yanlış bir ağızdan çıkmış olsa da, doğru bir gerçeğe dokunduğu da inkâr edilemez. Gerçeği dile getiren kişi yanlış olabilir, ama gerçek orada duruyor. Ve bu gerçeği konuşmak, sağ popülistlerle aynı fotoğrafa girmek anlamına gelmemeli.
Bu yazıyı yazmak kolay değil, çünkü biliyorum, böyle konulara değinirseniz, hızla asla oralarda olmak istemediğiniz, yanlış yerlere konumlandırılırsanız.
Ancak susmak, sorunu ortadan kaldırmıyor. Tam tersine, popülizmin büyümesine alan açıyor. Bugün “Wir sind alle Stadtbild!” (Hepimiz şehir manzarasının bir parçasıyız!) diyerek sokaklara çıkan gençleri anlıyorum. Onların tepkisi aşırı sağın yükselişine karşı bir refleks. Ama bu sloganların ötesine geçilmediği sürece, gerçek sorunlar hep görünmez kalacak. Çünkü evet, söylenenler doğru ama talepler eksik.
Eğer gerçekten “Hepimiz şehir manzarasının bir parçasıyız!” deniyorsa, o zaman somut talepler de olmalı… Cinsel saldırı, şiddet, taciz ve bıçaklama vakalarına karışanların birkaç gün sonra serbest kalabildiği bir hukuk sistemi, güven duygusunu yeniden inşa edemez. Bu suçlar için daha ağır cezalar, hızlı yargılama süreçleri ve suç işleyenlerin de toplumdan izole edilmesi için gerekli mekanizmalar oluşturulmalı.
Güvenlik sadece polis sayısıyla değil, adaletin işleyişle sağlanır.
ALMANYA’NIN SEKÜLER VE ÖZGÜRLÜKÇÜ ZIRHI DELİNİYOR
Ancak mesele yalnızca suç değil. Daha derin bir kırılma yaşıyoruz.
Almanya’nın seküler dokusu sarsılıyor. Evet, Almanya laik bir ülke değil ama seküler bir ülke. Bu sekülerlik, bugüne kadar bireyin özgürlüğünü, inancını, yaşam biçimini koruyan görünmez bir zırh gibiydi. Şimdi o zırh inceliyor. İnsanlar artık sokakta korktukları için giyim kuşamlarına dikkat ediyor, akşam belli saatten sonra dışarı çıkmamayı tercih ediyor, yaşam tarzlarını korkuya göre düzenliyor ki, işte bu, “güvenlik meselesinin de ötesinde özgürlüklerin sessizce geri çekilişi” anlamına geliyor.
Bir kesim, eğer kadınların nasıl giyineceğini, ne zaman dışarı çıkacağını korku salarak belirliyorsa, orada sadece güvenlik değil, seküler yaşamın özü de tehdit altındadır. Almanya’nın çokkültürlü yapısı, özgürlükçü yaşam biçimi ve seküler kimliği, hepsi bu korkunun gölgesinde yıpranıyor.
“IRKÇILIK” KORKUSUYLA ENDİŞELERİ BASTIRMAK
Kuşkusuz kimseyi teni, kökeni ya da dini üzerinden yargılamak mümkün değil. Ama kimsenin güvenlik kaygısını da “ırkçılığa yakın” bulunma korkusuyla bastırmak kabul edilemez. Gerçek cesaret, bu iki uç arasında doğru dengeyi kurmaktan geçiyor olmalı.
Almanya hâlâ renkli, özgürlükçü ve demokratik bir ülke olabilir, ama bunun için frene basmak, seküler değerleri yeniden tanımlamak, sekülerizmden farklı olarak laisizmin ne kadar önemli olduğunu masaya koymak ve toplumun huzurunu bozan her unsura karşı hem hukuki hem de toplumsal refleks geliştirmek gerekiyor.
Kimse bu ülkedeki milyonlarca insanın dünyevi değerlerini, alıştığı yaşam biçimini, özgürlüklerini ve güvenliğini dinsel bir cendereye dönüştürme hakkına sahip olmamalı.
ASIL MESELE SUÇUN “MİLLİYETİ” DEĞİL “SORUMLULUĞU”
Bugün artık “suçun milliyetini” değil, “sorumluluğunu” konuşmalıyız. Çünkü Almanya’nın geleceği, ne ötekileştirmede ne de suskunlukta, adaletin kararlılığında ve dünyevi değerlerin, eşitlik ve özgürlüğün savunulmasında yatıyor.
“Stadtbild” (Şehir Manzarası) tartışması aslında tek bir soruya indirgeniyor: Almanya özgürlüklerini ve güvenliğini mi kaybediyor, yoksa sağduyusunu mu?
Berlin’de alışılmışın dışında çatırtı sesleri geliyor. Bu çatırdının sokaklardaki izdüşümü çok şeyi değiştirebilir. Sonuçta 1933-1945’e nasıl ve hangi bahanelerle sürüklendiğini biliyoruz bu ülkenin.
IŞIN ERTÜRK – STUTTGART
“FRIEDRICH MERZ” FOTO: Creative Commons Attribution-Share Alike 3.0 de