“Kayıp”: Sadece insanın değil, bir kentin, bir hafızanın yasını tutmak

“Kayıp”: Sadece insanın değil, bir kentin, bir hafızanın yasını tutmak
Yayınlama: 06.04.2025
15
A+
A-

Oyuncu Akan Atakan “Depremde biz sadece sevdiklerimizi yitirmedik, bir kenti, geçmişimizi yitirdik” diyor. Bu cümle, sadece bir yas değil; kolektif hafızaya yazılmış bir çığlık. Bu söz, bir mekânın ve kimliğin topyekûn yok oluşuna tanıklık. Büyük deprem, sadece canlara değil, kentlere, kültüre, tarihe ve birlikte yaşama biçimlerine de kıyım getirdi. Şimdi, o büyük suskunluğu sanatla yarmak isteyenler var. Yönetmen Gazi İsmailoğulları’nın Kayıp adlı kısa filmi, bu unutulmaya karşı güçlü bir belleği örgütlüyor.

SANATLA GELEN TANIKLIK: KAYIP

Kayıp, Türkiye genelinde 30’u aşkın gösterimle izleyiciyle buluştu. Film, felaketin ardından yakınlarını kaybeden ve onlara hâlâ ulaşamayan iki karakterin, yıkılmış bir şehirde süren arayışını anlatıyor. Ama bu sadece fiziksel bir arayış değil. Yıkıntıların arasından geçerken, izleyici aynı zamanda bir ruhun, bir kentin, bir tarihin de nasıl paramparça olduğunu görüyor. Film, sadece kaybolan bedenlere değil; kaybolan belleğe, aidiyete ve umuda dair bir anlatı kuruyor.

ULM’DA BİR GÖSTERİM: SESSİZLİĞİ YIRTAN SESLER

Filmin Avrupa turnesi kapsamında Akan Atakan, Sosyal Demokrat Halk Dernekleri Federasyonu’nun (HDF) en aktif örgütlenmelerinden biri olan Ulm / Neu ulm Halk Derneği Birimi’nin (HDB) konuğuydu. Moderasyonunu Dernek Başkanı Ersin Erarslan üstlendiği akşamda yüzyılın en büyük felaketinin ardından bir beton yığınına, rant savaşına dönüşen bir coğrafyanın hikâyesi anlatıldı. “Artık önünüze bakın” diyen yönetenlerin, yaşanan acılara kulaklarını tıkayan tavırları masaya yatırıldı. Atakan, çokkültürlü, çokdilli bir medeniyet beşiği olan Antakya’nın nasıl tek tipleştirilerek bir “AnTOKİ”ye dönüştürüldüğünü anlattı.

Akan Atakan’ın sahnede söyledikleri, sıradan cümleler değil; hem kişisel hem de kolektif hafızaya kazınan tanıklık satırlarıydı: “Antakya için bir şey yapmak istiyorduk, İşte imkansızlıklar içinde çekilen bu kısa film  gerçek bir hikâyeyi anlatıyor. Hepimiz yakınlarımızı kaybettik. Her sokağını bildiğiniz bir yer silinip gitti. Antakya gibi bir kentin sıradan bir şekilde, sadece ‘yeniden yapılandırma’ mantığıyla ayağa kaldırılamayacağı ortada. Çünkü orası sadece bir yer değil, bir medeniyetin belleği. Dünyanın en eski üç yerleşim biriminden biri. Her medeniyet üstüne bir şey koymuş. Biz hep derdik ki Antakya yeniden yapılsın. Ama böyle değil.”

KÜLTÜREL BİR HAFIZAYI BETONLA KAPAMAK

Atakan’a göre bugün Antakya’da süren şey bir inşaat değil, bir unutturma operasyonu. Beton yığınlarıyla bir kentin kimliği gömülüyor. Oysa bu kent, doğru bir yaklaşımla, dünya mirası sayılabilecek bir merkez olabilir: “Antakya yeniden yapılabilir. Bir dünya kenti olabilir Venedik gibi, Paris gibi…“ 

BİR FİLMİN ÖTESİNDE: BELLEK VE DİRENİŞ

Kayıp, sadece kısa bir film değil. Bir tanıklık, bir yas, bir direniş. Akan Atakan’ın sahnedeki sesi, aslında binlerce insanın dile gelmemiş sözlerinin yankısı gibi. Filmin anlattığı iki karakterin arayışı, bizim de belleğimizi arayışımıza dönüşüyor.

TÜRKİYE’DEN AVRUPA’YA 60’A YAKIN GÖSTERİM

Türkiye’de bugüne kadar 30’un üzerinde gösterilen Kayıp, Avrupa turuyla birlikte bu sayıyı yaklaşık 60’a çıkarmayı hedefliyor. Nürnberg’deki 29. Türk-Alman Film Festivali ile başlayan Avrupa yolculuğu, şimdi Stuttgart, Frankfurt, Nürnberg, Ulm’un ardından 2 Mayıs’ta Aalen’de gerçekleştirilecek etkinlikle devam ediyor. Her gösterim, filmin hem yerel hem küresel hafızada iz bırakmasına katkı sağlıyor.

FİLMİN KONUSU 

Kayıp, yüzyılın felaketi olarak nitelenen depreminin en çok etkilediği yerlerden biri olan Antakya’da geçiyor. Film, enkaz altında kaybettikleri yakınlarını arayan Şemsettin ve Eylem’in, bu yıkımın hem fiziksel hem de psikolojik boyutlarıyla yüzleşmesini anlatıyor. Yıkılmış bir kentin içinde yok oluşun ve umudun izini süren bu anlatı, izleyiciye yalnızca tanık olmayı değil, sorumluluk almayı da öneriyor.

Yönetmen Gazi İsmailoğulları’nın bu yapımı, sanatın bir “anıtsal direniş” biçimi olabileceğini gösteriyor. İhmalleri, suskunlukları, çarpık inşa politikalarını görünür kılan film, aynı zamanda “yeni bir Antakya mümkün mü?” sorusunu gündeme taşıyor. 

Bugün Antakya’nın taşları yerinde değil. Ama belki o taşları, bu tür anlatılarla, filmlerle, hafızada yeniden örmek mümkün.

IŞIN ERTÜRK – ULM