Avrupa’nın lokomotifi şaşırtıyor: Almanya’da sosyal demokrasi yükselişte
Federal Almanya’da 26 Eylül seçimlerine “sayılı hafta kalırken” partiler yelpazesinde ve iktidar yarışında beklenmedik çıkışlara tanık olunuyor. Gazeteci Gürsel Köksal’a göre, Olaf Scholz ve SPD’nin yükselişi, parti içi disiplin ve rakiplerin zayıflığı ile yakından bağlantılı.
Almanya, genel seçime bir ay kala siyasal gözlemcilerin hiç şans vermediği sosyal demokratların yeniden toparlanarak, yükselişine şahit oluyor.
Kamuoyu yoklamalarına göre seçim yarışını önde götüren sosyal demokratlar, merkez sağ partiler ve yeşiller arasındaki oy farkı çok az. Geçtiğimiz hafta ikinci sırada olan SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi), bu hafta başında yüzde 1 farkla da olsa (yüzde 23) en öne geçti. Önde gelen kamuoyu araştırma kuruluşu Forsa’nın yayınladığı anket sonuçlarına göre SPD’yi Hıristiyan demokrat birlik partileri CDU-CSU takip ediyor. Bir kaç ay önce, kısa bir süre için de olsa, birinci olan Yeşiller’in oyu ise yüzde 18. Muhalefetteki diğer partilerin oylarında ise değişikli yok: FDP (liberaller) yüzde 12, AfD (aşırı sağ) yüzde 10 ve Sol Parti yüzde 6.
Bu durumda Almanya, önümüzdeki dönem SPD’nin ağırlıkta olduğu üç ortaklı bir koalisyon hükümetiyle yönetilebilir. Sosyal demokratların başbakan adayı Olaf Scholz’un önüne birden çok olası koalisyon modeli çıkabilir. Mevcut hükümette Federal Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı olarak görev yapan Scholz’un hükümeti kurma şansı bulduğunda ortaklık için önceliği CDU-CSU ve Yeşiller’e vermesi; ancak pazarlıklarda sonuç alamazsa üçüncü ortak olarak liberallerle görüşmesi büyük olasılık. Teorik olarak parlamentonun en solundaki muhalif güç olan Sol Parti de koalisyon hesaplarında yer alabilir. Ancak ne SPD’nin, ne de Yeşiller’in bu konuda çok istekli olmadığı ortada.
SPD NEDEN YÜKSELİŞTE?
Sosyal demokrasinin son haftalarda gösterdiği istikrarlı yükselişin ilk nedeni kuşkusuz partinin Federal Başbakan Adayı Scholz’un performansı. Deneyimli bir devlet adamı ve başarılı bir kriz yöneticisi imajıyla, partisinin oylarının en düşük göründüğü anketlerden bile “en sevilen, en güvenilen başbakan adayı” olarak çıkan Scholz’a duyulan sempati, geçen ay yaşanan sel felaketinden sonra daha da arttı.
SPD’nin başarısının ikinci nedeni ise disiplin. Aylardır partinin ne tavanından ne de tabanından geçen yıl federal başbakan adayı olarak kabul edilen Scholz’u yıpratacak, otoritesini zayıflatacak bir tavır sergilenmedi. SPD’nin önceki yılları hatırlandığında bu durumun sıra dışı bir disiplin olduğu görülebilir. Çok değil üç yıl önce parti genel başkanlığına seçilen ilk kadın genel başkan Andrea Nahles, parti için sorunlarla baş edemeyince bir yıl sonra büyük bir hayal kırıklığıyla istifa etmiş, geride çok başlı bir örgüt bırakmıştı. 2019’ın ikinci yarısını yönetim kaosu içinde geçiren partinin bundan sonra bir kadın ve bir erkekten oluşan eş başkanlar tarafından yönetilmesine karar verilince, bir canlanma gözlendi. Partinin sol kanadından Saskia Esken ve Norbert Walter-Borjans, karşılarındaki tüm adayları, en önemlisi de o dönem de şimdiki gibi Merkel hükümetinde bakan olan Olaf Scholz’u geride bırakarak, eş genel başkanlığa getirildiler. Siyasal gözlemciler Esken ve Walter-Borjans’ın partiyi hükümetten çekip, muhalefete geçerek yeniden toparlanma şansını zorlayabilecekleri yolunda tahminlerde bulunuyorlardı.
Ancak öyle olmadı. Üstelik yeni eş başkanlar, yarışta hezimete uğrattıkları Scholz’u partinin federal başbakan adayı olarak seçip tüm örgütü arkasında birlik olmaya çağırdılar ve her fırsatta onun bu görev için en uygun aday olduğunu savundular.
SPD’nin son haftalardaki istikrarlı yükselişinin bir diğer nedeni ise rakiplerinin zayıflığı.
CDU-CSU’ya yönelik kamuoyu desteği, CDU Genel Başkanı ve Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Başbakanı Armin Laschet’in federal başbakan adayı olmasından bu yana sürekli geriliyor. Son altı ay içinde önce CDU genel başkanlığı, sonra da başbakan adaylığı için güçlü rakiplerle yarışan ve onları kıl payı geride bırakarak öne çıkan Laschet, bu süreçte bir hayli yıprandı. Ardından da kendi hatalarının yanı sıra, birlik içinde kendisini bu göreve layık görmeyenlerin yetersiz desteğiyle karşılaşınca, bir türlü kendisine yönelik bir sempati dalgası başlatamadı. bu durum hem onun, hem de liderliğini üstlendiği merkez sağın gücünü geriletiyor.
Yarışı önde götüren diğer parti Yeşiller’deki durum biraz daha farklı. Partinin başbakan adayı Annalena Bearbock’un gençliği ve deneyimsizliği partiye yönelik desteği olumsuz etkiliyor. Aslında adaylığı başlangıçta, Merkel’den sonraki federal başbakanın da bir kadın olabileceği varsayımıyla heyecan yaratmış, alkışlanmıştı. Ancak bu durum kısa sürdü. Bir dönem anketlerde yüzde 27’yi gören Yeşiller, son haftalarda sürekli geriliyor.
ÖZELLİKLE GÖÇMEN OYLARI ÖNEMLİ
Almanya’da 26 Eylül’de gerçekleştirilecek genel seçime 54 parti katılacak. Yarışı en önde götüren partilerin oy oranları arasındaki farklar çok küçük ve bu durumun önümüzdeki dört hafta boyunca da böyle devam etmesi bekleniyor.
Yani çok az bir oy farkı bile sonucu etkileyecek. Dolayısıyla göçmen kökenli seçmenlerin oyları çok önemli.
Geçmişte de böyle durumlar yaşanmıştı. Örneğin Gerhard Schröder ile Joschka Fischer liderliğindeki SPD-Yeşiller ortaklığının 2002’deki seçimi kıl payı kazanmasında, Schröder’in özellikle Türkiye kökenli göçmenler arasında kazandığı sempatinin rolü olduğu söylenir halen.
Kamuoyu araştırmaları alanında önde gelen enstitülerden Allenbach’ın Almanya’daki Müslüman kökenli göçmenlere yönelik araştırmasının sonuçları da tam bu sırada yayınlandı. Araştırmaya göre Almanya’da yaşayan Müslümanların büyük çoğunluğu bu ülkedeki demokratik sistemden memnun, demokrasinin iyi işlediğini düşünüyor. Araştırma Müslümanların siyasi parti tercihlerinin de ağırlıkla SPD olduğuna işaret ediyor. Yeşiller ve Sol Parti’ye yönelik tercihler de diğer partilere göre oldukça yüksek. SPD’ye yönelik destek özellikle Türkiye kökenli göçmenler arasında çok güçlü.
Bu durum elbette seçim sonuçlarını etkileyecek.
GÜRSEL KÖKSAL – FRANKFURT
KAYNAK: www.birgun.net
FOTO: A.A.