Almanya’da Türkçe komedisi: Anadil dersi mi, seçmeli yabancı dil mi?
Birbirleriyle “muhafazakârlık” yarışına giren Hessen’deki koalisyon ortakları CDU ve Yeşiller’in, ırkçı parti AfD ile el ele verip Türkçeyi müfredat dışına atmasına mı öfkelenelim, gösterdikleri mazerete mi gülelim?
Göçte 60 yılı geride bırakan Türklerin zekâsıyla alay eden siyasetçiler, pilot proje kapsamında Türkçe derslerini uygulamaya geçirdiklerini, ama talep olmadığını bildiriyorlar. İyi de, bu konsolosluklar himayesindeki anadil dersi talebi değil ki, İngilizce, Fransızca, İspanyolca gibi seçmeli yabancı dil talebi.
Çinçe, Arapça, Lehçe ve Portekizceyi müfredata alırken örneğin Çinli velilere böyle bir test yaptınız mı?
Ya da Araplara?
Tabii ki yapmadınız. Yapmamanızın nedeni de o dilleri dünya dili olarak kabul etmeniz. Aynı zihniyet Türkçe için velileri teste tabi tutuyor. Türkçeyi ise bir dünya dili olarak görmüyor.
Daha dersin statüsündeki kafa karışıklığı giderilememiş, neye ret oyu verdiklerini bilmeden mi el kaldırmışlar, yoksa “Böyle bir mazereti yediririz nasıl olsa” diye toplumu aptal yerine koyarak mı “Hayır!” denmiş?
Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Birlik’90/Yeşiller’den oluşan Hessen eyaleti koalisyon hükümetinin Türkçeyi yok sayması ve aslı astarı olmayan mazeretlerle reddetmesi, son derece gülünç olsa da, sadece eyaletteki değil, tüm ülkedeki Türkiye kökenlileri inciten, onları bu ülkeye ait görmeyen, hatta aşağılayan bir hamle.
Peki Türkçe neden talep ediliyor? Neden onlarca yıldır mücadele veriliyor, imzalar toplanıyor, kampanyalar yapılıyor? Dil propagandası için değil herhalde!
KAMUDA, ÖZEL SEKTÖRDE, SAĞLIK ALANINDA TÜRKÇE AÇIĞI
Almanya’da milyonlarca Türkiye kökenli yaşıyor. Son kuşaklar Alman diline hâkim olsa da öncekilerin hâlâ dil sorunu var. Kamu kuruluşları yana yakıla Türkçe bilen eleman arıyor. Türk aramıyor, Türkçe bilen Alman, İtalyan, Türk, Yunan kim olursa, onu arıyor…
Sağlık sektöründen özel sektöre, polis teşkilatından üniversitelere dek çok geniş bir alanda Türkçe bilenler aranıyor.
Mevcut rakam ihtiyacı karşılamıyor. Türkiye kökenli, ama Türkçe konuşamıyor, konuşsa bile yazışamıyor? Gramer ve imla kurallarından bihaber. Özellikle resmi dairelerde Türkçeyi kurallarına göre hatasız konuşan ve anlayan, yazan elemanlara ihtiyaç var.
Ondan daha önemlisi, ekonomide Türkçeye ihtiyaç var.
Toplumda böyle bir açık bilinse de Türkçenin müfredata dahil edilmesine kırmızı kart gösteriliyor.
TÜRK-ALMAN TİCARİ İLİŞKİLERİNDE TÜRKÇE GEREKLİLİĞİ
Biraz önce değindik: Türkiye ve Almanya arasındaki ticari ilişkilere bakarsak Türkçenin önemi ve gerekliliği hemen karşımıza çıkacaktır. Ekonomik alanda birbirine göbekten bağlı, ya da düzelterek söyleyelim, Almanya’nın bir alt ekonomisi gibi işleyen Türkiye ekonomisine baktığımızda, ticari ilişkilerde Türkçeyi dilbilgisi kurallarına göre öğrenmiş bireylere, aracılara, iş insanlarına ihtiyaç duyulduğu da görülecektir. Ekonomik ilişkiler olağanüstü girift.
60 yıllık Türk-Alman evliliğine rağmen heyetler birbirinin ülkelerine giderken hâlâ “dil” bir sorun olarak kendini gösteriyor.
Yeryüzünde 100 milyondan çok fazla insanın konuştuğu Türkiye Türkçesi, Hessenli iktidar sahipleri tarafından “dünya dili” olarak kabul görmüyorsa, bu işte ya kasıt ya korku veya mantık hatası vardır. Bize sorarsanız hepsi var.
BİR YANI EKSİK, ÖZGÜVENSİZ BİREYLER YETİŞİYOR
Son ve çok önemli bir ayrıntı daha.
Kendi dilini düzgün öğrenemediği için bir yanı eksik, ezik, özgüvensiz olan çocukların gelecekte toplumla sağlıklı bağlar kuramayacağını ve Almanya’ya yük olmaya devam edeceğini ille de söylememiz mi gerekiyor?
Oysa çiftdilli çocuklar, bu üstünlüklerinin farkına vardıklarında, yetişkinliklerinde, topluma bir yük, bir safra olarak değil bir katkı olarak görürler kendilerini. En azından bu eğilim güçlenir. Fakat Türkçeyi anadil sayanların, bürokrasiden medyaya, bu konuda kendi ödevlerini yaptıklarını söyleyemeyiz. Şu Avrupa’daki Türkçe medya felaketini yaratanlar, bu çıkmazda büyük payları olduğunun farkında mı?
Sanmıyoruz. Onlar, Özdemir İnce’nin çok kullandığı bir tanımlamayla, “her zaman haklılar” grubundan. Sahra Wagenknecht’in şu sıralarda “Bestseller” listelerinin tepesinden ayrılmayan yeni kitabının başlığına seçtiği deyimle “Die Selbstgerechten”, yani hiç yanılmadığına inananlar, yaptıkları her şeyin doğru, ama ortaya çıkan bozuklukların da “bizi anlamayan düşmanların ve/veya hasımların eseri” olduğundan eminler.
SU BAŞLARINI TUTMUŞLAR, AMA…
Bunlar Türkçe ve Almanca konuşulan dünyalarda su başlarını tutmuş bulunuyor. Acısını ise öncelikle bizim insanlarımız çekiyor. Çekecek.
Biz, Berlin’e bakarak soralım:
Bu Türkçe ve müfredat işi neden uzmanlara bırakılmıyor?
Dilbilimcilerin itirazlarına kulaklar neden tıkanıyor?
Niçin Türkçe, ısrarla politikalara kurban ediliyor?
Neden Türkçeden bu kadar korkuluyor?
Hessen iktidarının “Türkçe” komedisi ve bu komediyi hiç sıkılıp utanmadan oynayan politik aktörlerin yerine de biz utanıyoruz.
Tabii kendi Türkçelerine sahip çıkmayan, geliştirmeyen Türkiye kökenlileri de göz ardı etmiyoruz. Hele artık tüm niteliksizliğiyle yerlerde sürünen “Türkçe medyayı”…
Ancak o silah geri teper!
Teper ve hem Almanları hem de Türkiye kökenli milyonları yerle bir eder…
Bizden söylemesi…
IŞIN TOYMAZ – STUTTGART
FOTO: A.A.