Almanya’da bilinmeyen bir halk: Araştırmak yasak mı? 

Almanya’da bilinmeyen bir halk: Araştırmak yasak mı? 
Yayınlama: 11.06.2023
217
A+
A-

Nasıl bir ülke bu? Federal Almanya’dan söz ediyoruz. Türkiye’nin dış dünyadaki ilk en anlamlı irtibat merkezi olmasaydı bile, bu Almanya bir başka açıdan da önemli: İçindeki en büyük ikinci anadil Türkçe. Bu dili konuşan insanlar burada yaşıyor, burada sosyalize oluyor.

Peki, bu insanların yaşam koşulları hakkında ayrıntılı araştırmalar var mı?

Bu yoğun nüfuslu topluluğun yaşam pratiği, siyasal yönelimleri, ekonomideki yeri, kültürel eğilimleri, inançları, dostluk ve düşmanlık anlayışları, ruh hali vs. ile ilgili araştırmalar var mı?

Pek yok. Daha açık olsun: Hiç yok.

Niye yok?

Para mı yok?

Para mı gerekiyor? Almanya’da devlet, kamu kurumları veya dev şirketlerin uzantısı “vakıflar”, bunların araştırma kuruluşları vs. bu tür araştırmalara parasal destek vermiyor diye, bu araştırmaların yapılmasına gerek mi kalmıyor? Bu işe “sivil toplum kuruluşlarımız”, her il ve ilçede kurulu Türk dernekleri veya “Türkiye kökenli dernekler/kurumlar” neden yönelmiyor? Ya da sırf bu hedefe yönelik bir örgütlenme neden gerçekleştirilmiyor?

Çok mu zor, hatta imkânsız mı insanlarımızla ilgili çeşitli konularda kamuoyu araştırmaları yapmak? Korkunç bütçeler mi gerekiyor?

Zengin bir ülkenin yoksul insanlarından söz ediyoruz. Hem öyle böyle değil, Avrupa’nın en zengin ülkesinden ve bu devasa zenginliği yaratan insanlarından söz ediyoruz.

Ne mi demek istiyoruz?

ZENGİN MUTFAĞINDAKİ YOKSULLAR 

Doğrudur: Almanya, Avrupa’nın en zengini. Ayrıca dünyanın da en iyi durumdaki ülkeler listesinde ilk sıralarda yer alıyor. İlle bir gösterge aranıyorsa, kişi başına düşen Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’yı verelim: IMF’nin Ekim 2022’de yayımladığı bir tabloda Almanya’da kişi başına GSYİH’nın 2021 yılı itibariyle 51 bin 238 dolar olduğu görülüyor. Aynı nüfusa sahip Türkiye’de bu rakam 9 bin 654 dolar. 

Neyse…

Biz, Federal Almanya’ya bakıyoruz. İhracat şampiyonluğunu Çin’e kaybetti gerçi, bir daha geri alması da mümkün gözükmüyor, ama dış ticaret fazlasında şampiyonluğu bırakmaya geçen yıla kadar niyeti yoktu. Kısacası, çok zengin bir ekonomiden söz ediyoruz.

Bu ekonomi içinde yaşayan 3,2 milyon Türkiye kökenli insanımızın durumu ne?

Türkiye kökenlilerin, ülkede son yıllara yayılan yoksullaşma dalgalarından paylarını almadığını mı düşünmemiz gerekiyor?

Korona salgınından bu yana alınan önlemler, Avrupa’nın en zengin ülkesinde de yoğun bir yoksullaşmaya yol açtı. Bu konuda çok yazıldı, tartışılıyor. Ancak, bir başka şey masaya getirilmiyor: Toplumun alt gelir gruplarında bulunan Türkiye kökenlilerin tam durumu nedir?

Artık sönen Türk medyasına bakıldığında, tuzu kuruların çoğunluğu oluşturduğu izlenimine kapılmak mümkün. Zaten amaç da bu. Kuşkusuz Türkiye’deki yoksullukla karşılaştırıldığında ortaya bir bilmece çıkıyor. Almanya’da bir sefaletten söz edilemiyor, ama yoksulluk yayılıyor. Vasıflı işgücü kapsamında yer alanların dışında geniş bir kesimin “memleketlerinden daha iyi bir durumda oldukları” söylenebilir belki. Ama ne kadar ve neden iyi? Bunun yanıtı yok.

Memlekettekinden daha iyi durumda olmaları, isyan etmeme nedeni. Metropollerin böyle bir “şükür yastığı” var toplumun en alt katmanları açısından: “Memlekette kalsak, orada olsak durumumuz berbattı” diye düşünüyorlar ve sesleri çıkmıyor. Sadece Almanya’daki Türkiye kökenliler değil, Afrika kökenliler, Afganlar, İranlılar, Araplar, hatta Bulgaristan Türkleri falan da aynı kafada…

Ancak, yanıtı olmayan soru, ortada: “Bizimkilerin” durumu ne gerçekten?

Gıdada, elektrik ve ısınma için kullanılan enerjideki fiyat artışları Türkiye kökenli insanlarımızı nasıl vurmuş olabilir? Bir fikri olan var mı?

“BİZİMKİLERİ” UNUTTURURLAR MI?

Burada söylenecek çok şey var: Her etnik/dinsel/kültürel “azınlığın” durumunu “bağımlı” veya “çevre” ülkelerde sürekli mercek altına alan veya sorunlu coğrafyalardaki toplumsal kırılmaları hızlandıran (hatta tetikleyen) araştırmalar yapmayı kendine iş belleyen metropoller, mesela araştırma kuruluşları ve vakıflar ya da medya, böyle bir bütünlüklü sistem, Almanya’da göçmen kökenli nüfusun yediği vurgunun ayrıntılı işlenmesi için bir girişimde bulunmuyor. Neden?

Ülkede namuslu bilim insanları hiç yok değil. Bunlardan biri de Prof. Dr. Christoph Butterwege.

Prof. Butterwege, son yıllarda özellikle toplamdaki yoksullaşma üzerinde duruyor ve art arda kitaplar, makaleler yayımlıyor, yoksulluk riskinin özellikle göç kökenli insanları vurduğunun altını çiziyor. “En yüksek yoksulluk riskleri, gelirsizler, tek başına çocuklarını büyütmeye çalışanlar ve göç arka planına sahip insanlar için söz konusu.” (Blätter für deutsche und internationale Politik, September 2022, s. 73.)

Biz Türkiye kökenli insanlara bakıyoruz bu Avrupa’nın “zengin mutfağında”. Neden yoksullar insanlarımız? Göçmenler neden toplumun en alt katmanlarında yer alıyor? Ne gibi beklentileri var?

Bunları hiç bilmiyoruz. Çünkü araştırılmıyorlar. Oysa…

Oysa malum, “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp” der bir Türk atasözü. Neden insanlarımızın bu metropolde hangi koşullarda yaşadığını ve eğilimlerini, sorunlarını sürekli mercek altına almıyoruz? İnsanlarımızı neden “öğrenmiyoruz”?

Bu toplumun içinden çıkmış insanlar, dernekleriyle, daha olanaklı kurumlarıyla bizim insanlarımızın hallerini masaya yatırmıyor. Düzenli aralıklarla anketler düzenlemiyorlar. Bu amaçla birliktelikler oluşturmuyorlar. Bunu bir görev saymıyorlar. Bu tür araştırmaların Ankara veya Berlin’in işi ya da ödevi olduğuna inandırmışlar kendilerini… Parayı tek sorun sayıyorlar.

Öyle değil.

KENDİ GÖBEĞİMİZİ KENDİMİZ KESMEZSEK…

Yoksulluk, Federal Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli insanların en ağır sorunlarından biri. Daha doğrusu, birincisi. Örneğin, emeklilerin durumu. Onları yaşlılıklarında Türkiye’ye sürmek, avro cinsinden küçük emekli maaşlarıyla orada “ölümü daha iyi koşullarda beklemelerini sağlamak”, ne yazık ki, fillerin ölümü hissettiklerinde ortadan kaybolmalarını andırıyor.

Kökleri Türkiye’de bulunan genç kuşak bu soruna el atar mı, bu “araştırma boşluğunu” doldurur mu? Bu görev için “para” mı arar? Yoksa içinden çıktığı topluluğun yoksul olmadığına mı inanır ve çoğunluk toplumunu da buna inandırmaya çalışır?

Yoksulluğun ve yoksulların siyasetten dışlandığını görüyoruz. Bir “metropol başarısı” olmalı. Ya da bir “Alman başarısı”…

Bu yoksulluğun kader olamayacağını düşünen dışarlıklı bir kuşağın sahneye çıkacağı zamanları beklemek de bir siyaset galiba. Ne kadar doğru bir siyaset olduğu ise ayrı bir konu.

OSMAN ÇUTSAY – FRANKFURT

GÖRSEL: ÖMER YAPRAKKIRAN

FOTO: Timon Studler  Unsplash

KAYNAK: www.politeknik.de