Türk insanı için de dönen dolaplar: Dünyaca ünlü bilim insanları Gatti ve Montanari anlatıyor

Türk insanı için de dönen dolaplar: Dünyaca ünlü bilim insanları Gatti ve Montanari anlatıyor
Yayınlama: 21.06.2022
Düzenleme: 21.06.2022 12:54
300
A+
A-

Nanopatoloji uzmanı İtalyan bilim insanları Stefano Montanari ve eşi Antonietta Gatti, koronavirüs salgınının yaşandığı bu iki yıllık süre içinde her fırsatta, bilimsel araştırmalar çerçevesinde, Covid-19 aşıları ile ilgili halkları aydınlatmaya çalıştılar. Çevrede bulunan ince tozların da hastalanmamızda en az virüsler kadar etkili olduğunu ortaya çıkardılar. Birgül Göker Perdisa, Yeni Posta için dünya çapındaki bu iki bilim insanıyla Modena’daki laboratuvarlarında söyleşti. Söyleşiyi iki bölüm halinde okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.   

“Koronavirüs salgını” nedeniyle yaşanan sıkıntıların sona erdiği görüşü, her ne kadar içinde bulunduğumuz bu yaz aylarında güçlenmiş olsa da, işin aslı öyle değil… Ukrayna’da süren ABD-Rusya savaşının yarattığı sorunlara ek olarak Covid-19 azabını da önümüzdeki sonbahardan itibaren yoğun olarak hissedeceğimizin ipuçları özellikle “bağımsız” medya üzerinden takip edilebilir.

STEFANO MONTANARI

İşte, bu haberlerden biri: 14 Haziran’da Avrupa Birliği Parlamentosu basın ofisi yaptığı açıklamada, “Parlamento ve AB üye devletlerinin müzakerecileri, AB dijital COVİD sertifikalarının haziran 2023’e kadar, bir yıl daha yürürlükte tutmayı kabul ettiler” dedi. Bu demektir ki, en az bir yıl daha koronavirüs salgını cefasını çekecek dünya halkları… Üstüne maymun çiçeği virüsünü ekleyerek!  

Şubat ayında yitirdiğimiz Nobel ödüllü Fransız bilim insanı Luc Montagnier, aşı karşıtı olmayan, uzun yıllar yeni aşıların keşfi için çalışmış dünya çapında bir virolog… Montagnier yaptığı açıklamalarda, mRNA Covid-19 aşılarının genetik tedavi uygulayan çok yeni bir teknolojiye sahip olduğunu söylüyor ve bir aşı çalışmasının aşı olarak kabul edilebilmesi için en az 10 yıllık bir çalışmanın ürünü olması gerektiğini belirtiyordu. Bu nedenle, koronavirüs salgını gerekçe gösterilerek kitlesel boyutta milyonlarca insana yapılan bu aşıların kabul edilemez bir hata olduğunu söylüyordu; çünkü bu aşılar da ciddi sayıda ölüm sebebi… Montagnier aşılar nedeniyle çeşitli koronavirüs varyantının ortaya çıktığını, bunların da ölümlere yol açtığını söylemişti. Avrupa’daki yüksek aşılama oranına rağmen Covid vakalarındaki yüksek oranı bu şekilde açıklamıştı Montagnier. Yüksek orandaki aşılamayla doğru orantılı olarak Covid’e yakalanma oranı da yüksek oluyordu. 

ANTONIETTA GATTI

GİZEMLİ HASTALIKLAR UZMANI GATTI

İtalyan bilim insanları Stefano Montanari ve eşi Antonietta Gatti de, Fransız Montagnier ile aynı görüşü paylaşıyor… Koronavirüs salgınının yaşandığı bu iki yıllık süre içinde bıkmadan usanmadan her fırsatta bilimsel araştırmaların sonuçlarını vererek halkları aydınlatmaya çalıştılar. Çizme’nin bu iki ünlü bilim insanından Montanari, 1949 Bologna doğumlu, uzmanlık alanları ise mikrokimya, kardiovasküler cerrahi, pulmonoloji (göğüs hastalıkları)… Ayrıca Montanari eşi Gatti ile birlikte İtalyan ordusu için askerlerin kimyasal ve biyolojik silahlardan korunabilmesi için maske gibi koruyucu giysiler üzerinde çalışmış bir bilimadamı.

“Nanopatoloji” ismini türeten Antonietta Gatti ise, nanopatolojinin önemini tüm dünyaya kabul ettirip, tıp literatürüne sokmuş bir bilim kadını. Nanopatoloji ile, solunum veya yutma yoluyla ya da başka nedenlerle vücuda sızmayı başararak bir organ veya dokuya yerleşen inorganik mikro ve nano-parçacıkların neden olduğu hastalıklar kastediliyor. Profesör Montanari ve Gatti, Modena’daki laboratuvarlarında yıllardır nanoparçacıklar sebebiyle oluşan gizemli hastalıklar üzerine çalışıyorlar. Araştırma alanlarına aşılar da giriyor. Çeşitli aşıları içlerinde nanoparçacıklar olup olmadığını anlamak için analiz ediyorlar.  

Dünya çapındaki bu iki İtalyan bilim insanıyla Modena’daki laboratuvarlarında buluşarak söyleşiyoruz. İlk sohbet konuğum Profesör Antonietta Gatti.

– “Nanopatoloji” ismini türeten ve tıp literatürüne sokan bilim kadınısınız. 2002 yılında bu konuda ilk Avrupa projesini yaptınız. Nanopatoloji fikri nasıl doğdu? Bu alanda araştırmalar yapmaya nasıl karar verdiniz?

ANTONIETTA GATTI – Her şey bir nefrolog doktorun yanlış telefon numarasını aramasıyla başladı. O zamanlar hastanede biyomalzemeler laboratuvarında sorumlu araştırmacıyım. Uzmanlık alanı böbrekler olan bu üniversite doktorunun hastanede yanlışlıkla çevirdiği numaraya ben yanıt veriyorum. Birbirimizi tanımıyoruz. Bu nefrolog doktor, beni tanıdığı bir uzman doktorla karıştırarak, bir hastasının sıkıntısını anlatıyor. Hastanın karaciğeri şişmiş ve böbrekleri çalışmıyor. Yaptıkları tüm analizlere rağmen hastalık nedenini anlamamışlar. Parazit, bakteri, virüs, hiçbir şey bulamamışlar. Hastayı diyaliz makinesine alma durumu söz konusuymuş. Nefrolog, hastalığın nedenini anlayamadığı için herhangi bir tedavi de başlatamıyormuş. Telefonda ellerinde karaciğer ya da böbrek biyopsisi varsa taramalı elektron mikroskobuyla analiz yapabileceğimi söylüyorum. Daha önce hiç yapmamış olduğum bir analiz bu. Sonuçta biyopsiyi ulaştırıyorlar ve analiz ettiğimde dokuda inorganik çok minik parçacıklar buluyorum. Bunun üzerine hastayla yüzyüze konuşmak için izin istiyorum.

-Hasta inşaatlarda çalışıyordu herhalde…

ANTONIETTA GATTI – Ben de inşaat işçisi olmasından şüpheleniyorum, çünkü böyle parçacıklar ancak bu tür meslekleri yapanların dokularında görülebilir düşüncesindeyim o zamanlar. Yoksa niye vücudunda incecik tozlar olsun ki? Hastayla konuşunca yanıldığımı anlıyorum tabii. Bir bankada üst düzey görevli, üstelik de sağlıklı beslenmeye özen gösteren, sigara içmeyen, doğal yaşamı savunan biri… Hastayı sorgulamaya devam ediyorum. Ben o sıralar laboratuvarda diş malzemeleri üzerinde araştırma yapıyor, bu konuyla ilgili üniversitede dersler veriyorum. Bir ara “Ağzınızı açın” diyorum hastaya. Ben öyle deyince hasta hemen, “Aaa, ben yaklaşık on yıl önce iki porselen diş köprüsü yaptırdım, ama bana çok sorun yaşattı” diyerek anlatmaya koyuluyor. Bu diş protezlerinden hemen sonra sağ kulağında şiddetli ağrı baş göstermiş. Ağrı antibiyotik tedavisiyle dahi geçmemiş. Bir gözü de sürekli yaşarıyormuş. Bunları söylediğinde, ben hemen diş protezlerinin hastalığıyla ilgili olduğunu anlıyorum. Ağzına baktığımda da protezlerden birinin özellikle yıpranmış olduğunu görüyorum.

BÖBREK HASTASI NANOPATOLOJİ’NİN DOĞMASINA YOL AÇIYOR

-Diş protezi mi sebep olmuş karaciğer ve böbreklerin hastalanmasına?

ANTONIETTA GATTI – Diş doktoru porselen protezi iyi yapmamış. Bu yüzden hasta uzun yıllar gece uyurken sürekli dişlerini gıcırdatıyor. Protezden kopan parçacıkları da yutuyor. Hastalığının sebebinin diş protezi olduğunu söylediğimde, tüm doktorlar “Hayır, olamaz bağırsak bariyeri bu tür parçacıkları geçirmez ve dışkı yoluyla vücuttan atılır” diyerek bana karşı çıktılar. Ben diş protezinin ağızdan çıkarılıp analiz edilmesi konusunda ısrar ettim. Sonuçta, karaciğer ve böbreklerdeki minik parçacıkların kimyasal yapısıyla protezin kimyasal yapısının aynı olduğu ortaya çıktı. Nefrolog doktoruyla görüşüp durumu anlatıyorum. Ağızdaki diş protezlerinin hemen çıkartılıp başka bir doktor tarafından yenilerinin yapılması gerekiyordu. Bu protezler nedeniyle tozlar bağırsak bariyerini aşarak kana karışmış ve karaciğer ile böbreklerde granülomlar oluşturmuştu. Durumu anlayan nefrolog, hastayı kortizon bazlı ilaçlarla bir süre tedavi etti ve sonuçta hasta diyaliz makinesine bağlanmayarak sağlığına kavuşmuş oldu.

– Bu ilk vaka sizi tozların insanda yarattığı hastalıkları araştırmaya yöneltti ve dolayısıyla tıpta “nanopatoliji”nin doğmasına yol açmış oldu, diyebilir miyiz?     

ANTONIETTA GATTI – Bu ilk vakadan sonra, üzerinde araştırma yapabilmek için başka benzer vakalar aramaya başladım. Arşivde, kriptojenik granülomlar nedeniyle vefat vakalarına baktım. Kriptojenik, doktor hastanın hastalığı ile ilgili hiçbir şey anlamadı, gizemli hastalıklar demek. Tabii gizemli hastalık demek yerine, daha şık bir ad olduğu için kriptojenik diyorlar. Modena hastanesinin arşivinde böyle üç-dört vakaya rastlıyorum. Hastalar vefat ettiği için detaylı analiz yapma şansı yoktu. Modena Üniversitesi’nde konuya ilgi yoktu. Ben de Londra’da Royal Free Hospital’a gittim. Birkaç böyle gizemli hastalığa yakalanmış hasta vardı. Analizlerde vücutlarında inorganik parçacıklar bulduk. Buradan yola çıkarak bir dedektif gibi araştırıp da sonuca ulaştığım, niçin hastalandıklarını ortaya çıkardığım 6 gizemli vaka üzerine bir kitap yazdım ve  bu tür hastalıklar üzerine uzmanlaşmaya karar verdim.

Proje için 2000 yılında kendi üniversiteme başvurdum, ama destek bulamadım, “Bu tür şeyler kitaplarda yazmıyor, doğru olamazlar” gibi saçma bir neden sundular. Ben de yurt dışında daha açık fikirli profesörlerin bulunduğu üniversitelere başvurdum. Almanya’da Mainz, İngiltere’de Cambridge üniversitelerine… Bu iki üniversite, Philips ve Fransa’dan bir ufak şirketle “nanopatoloji” projesini geliştirip Avrupa Birliği’ne başvurdum ve destek aldım. Devamı olarak “nanotoksikoloji” projesini de yaptım. Çünkü bitkiler de ince tozlara çok duyarlı. Toprakta, suda bulunan tozları kökleriyle çeken bitkiler, ağaçlar da hastalanıyor.

Özetle, yaklaşık 20 yıldır bu konu üzerinde çalışarak kitaplar yazıyorum. Böylelikle, hekim ve çevre arasındaki bir uçurumu kapatmış oldum. Hekimler genelde hastalıklarda parazit, bakteri ve virüs araştırması yapıyorlar, çevresel etkileri dikkate almıyorlar. Hastalıkların oluşmasında aslında çevreden alınan ince tozların solunum, yutma gibi yollarla vücuda girmesi de çok etkili. Hekimler kimya okumadıkları ve çevrenin önemini bilmedikleri için bu konuyu araştırmalarına dahil etmiyorlar. Bu nedenle, biyo-teşhis (biodiagnosis) üzerine bir tıp okulu açmak istiyorum.

SEYRELTİLMİŞ URANYUM NEDENİYLE ÖLEN ASKERLER

– Aynı zamanda askerlerin gizemli hastalıkları üzerinde de çalıştığınız biliniyor. Özellikle yurt dışına göreve gidip de dönüşte hastalanıp ölen asker ve subayların hastalıkları üzerine.

ANTONIETTA GATTI – 2000 yılından bu yana asker ve subayların hastalıkları üzerine de araştırmalar yapıyoruz. İtalyan Savunma Bakanlığı’nın oluşturduğu seyreltilmiş uranyum komisyonlarında yıllarca çalıştım… Savunma Bakanlığı tarafından, askerlerin hastalıkları üzerinde araştırmalar yapan Bilimsel Teknik Komite’ye atandım… Yurt dışında barış görevi ya da savaş için gidip seyreltilmiş uranyuma maruz kaldığı için hastalanıp hayatını kaybetmiş asker ve subayların vakaları üzerinde çalışıyorum. Bu konu gündemimize 1999’da Yugoslavya’daki savaşla girdi. Yugoslavya’ya giden askerlerin pek çoğu dönüşlerinde lösemi, lenf kanseri olup hayatını kaybetti. Bu son yıllarda ise, çocuklarda oluşan hastalıklar üzerine çok çalışıyoruz.

[Sohbetimiz devam ederken içeriye asistanı giriyor ve Alman bilim insanlarıyla olan çevrimiçi toplantının başlamış olduğunu söylüyor. Alman bilim insanları çözemedikleri bir gizemli hastalık nedeniyle Antonietta Gatti ve Stefano Montanari’nin desteğini istemişler. Şimdi İtalyan ve Alman bilim insanları bu yeni hastalık üzerine birlikte çalışıyorlarmış. Gatti toplantı odasından ayrılırken, içeriye her zamanki güler yüzüyle Profesör Montanari giriyor. Selamlaşma faslından sonra, söyleşiyi “Covid-19 aşıları” üzerine yapmak istediğimi söylüyorum. BGP.]  

COVİD-19 GENETİK TEDAVİ UYGULAYAN İLAÇ

– Profesör Montanari, belki size tekrar tekrar yüzlerce kez aynı şeyleri sordular, muhtemelen ben de sorularımda tekrara düşeceğim. Bunun için özür diliyorum ve bu kez de Türkiye ve Avrupa’daki Türkler için sizden Covid-19 aşılarıyla ilgili bizi aydınlatmanızı rica ediyorum.

STEFANO MONTANARI – Memnuniyetle… Artık otomatik pilota aldım… Bıkmış değilim, endişe etmeyin.  Ancak bunlar “aşı” değil. İşleri kolaylaşsın diye “aşı” adını verdiler, aslında gen tedavisi yapan bir ilaç bu. Aşılar üç şekilde hazırlanır… Bir sıvının aşı olarak kabul edilebilmesi için hastalığa neden olan patojen içinde bulunmalı; yani eğer hastalığa bir bakteri sebep oluyorsa o bakteri bu sıvı içinde olmalı. Ancak patojen canlı güçten düşürülmüş olur ya da ölü olarak aşının içine konmuş olur. Böylelikle aşı yapılmış vücut bu hastalıkla savaşabilmek için antikor üretmiş olur. Aşıdaki üçüncü seçenek ise ölü ya da canlı patojen yerine, toksin koymak, yani patojenin ürettiği zehirleri bir ölçüde vücuda verip yine antikor üretmesini sağlamak. İşlerini kolaylaştırmak için “aşı” adını verdikleri bu ilaçta kesinlikle patojen yok.

– Ama bu ilacın aşı olduğunu milyonlarca insana benimsettiler… Aslında nasıl adlandırmak gerek?

STEFANO MONTANARI – Genetik tedavi uygulayan ilaç, olarak adlandırmak doğrudur… İşin aslı şu: Bundan birkaç on yıl önce, Amerikan hükümeti Food and Drug Administration’a (Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi, FDA) artık çalışmaları için para veremeyeceklerini, başlarının çaresine bakmaları söylendi. Öyle olunca devreye Amerikan ilaç firmaları girdi. “Biz size gerekli parayı veririz” dediler sevinerek. Böylelikle ilaç firmaları, ürettikleri ilaçları denetlemekle yükümlü FDA’nın patronu oldular. Şimdi patron ne isterse FDA onu yapıyor. Özetle durum bu! Covid-19 genetik ilaçlarını sorgularken bu ayrıntıyı akılda tutmakta fayda var.

– Sadece FDA değil, aslında Dünya Sağlık Örgütü de dahil tüm dünya sağlık sistemini kontrol ettikleri söyleniyor.

STEFANO MONTANARI – Avrupa’da da ilaç kontrol kurumlarını kontrol ediyorlar. Tabii bu kadarla yetinmediler. Bir şekilde doktorları da, “cehalet” içinde onlar eğitmeliydi. O nedenle tıp dergileri ile gazetelerini de yıllardır fonluyorlar. Bu tıp gazete ve dergilerinin hayatta kalabilmesi için paraya ihtiyaçları var, çünkü satışları normalde çok düşük. Büyük ilaç firmalarının fonlarıyla ayakta kalıyorlar. Bu nedenle, ilaç firmalarının istemediği ya da çıkarlarını zedeleyici hiçbir araştırmaya yer vermiyorlar.

Bu gazete ve dergilerde yayım için gönderilen her araştırmayı kontrol edip uygun olup olmadığına karar veren bir tür hakem var. Demem o ki, bu gazete ve dergilerde yayımlanan neredeyse tüm araştırmalar aslında yalan. Tabii bu işin devamı da tıp okulları. Tıp okullarında profesör kürsüleri kurup fonluyorlar, kendi adamlarını profesör olarak buralara yerleştiriyorlar. Öğrenci bu yerleştirilmiş profesörlerin saçmalıklarını ezberlediğinde doktor olarak mezun ediliyor. İlaç firmaları için para sorunu yok biliyorsunuz. İngilizce şöyle derler, “money is not an issue” (para sorun değil). Böyle olunca bu üniversitelerden çıkan tıp öğrencisi aslında hiçbir şey öğrenmeden mezun oluyor. Bir çeşit “ilaç satıcısı cahil doktor” yetiştiriyorlar. Ama bu durum biyolog, eczacı vs. için de aynı… Bugün üniversitelerde ilaç firmalarının izni olmadan hiçbir konuda araştırma yapamazsınız. Yapılan her araştırma da ilaç firmalarının istediği sonuçları vermeli. Tıpta yıllardır durum bu. Bu demektir ki, günümüz tıbbı yalanla, sahtekârlıkla lekeli.

İLAÇ FİRMALARININ KONTROLÜNDEKİ İKTİDARLAR DOĞAL BİTKİLERİ YASAKLIYOR

– Politik alanda da aslında neredeyse tüm ülkelerdeki “hükümetlere hükmediyorlar” değil mi? Bu nedenle her yaptıklarına yasal kılıf uyduruyorlar. 

STEFANO MONTANARI – Evet, maalesef… Öyle bir noktaya gelindi ki, dünya genelinde hükümetler, sağlık bakanları, insanlığın binlerce yıldır tedavi amaçlı kullandığı hiçbir yan etkisi olmayan doğal ürünleri, bitkileri yasaklıyor. Örneğin, bazı bitkilerden elde edilen monacolin-k, kolesterole karşı etkin, hiçbir yan etkisi olmayan olağanüstü bir doğal ürün. Bu doğal ürünü kullandığınızda birkaç hafta içinde kolesterol seviyenizi normale indiriyor. Ama şimdi yasak. İlaç firmaları kendi ürettikleri kimyasal kolesterol ilaçlarının kullanılmasını istiyor. Bunlar “statin” ve son derece zararlı, organizmada ölümcül etki yapan ilaçlar. Özellikle karaciğere ve bacaklara çok büyük zararı var. Bu ilaçları kullananlar yürümekte güçlük çekiyor. Bir başka yasaklanan doğal ürün, N-Acetilcisteina-NAC… Hücrelerin antioksidan üretmesini sağlıyor, hiçbir yan etkisi yok; sağlıklı yaşam için çok önemli. O da yasak… Bu durum bitkilerden elde edilen pek çok doğal ürün için böyle… Kendi ürettikleri, yan etkileri bulunan, zehirleyen ilaçların satılmasını, kullanılmasını istiyorlar.

– Bu çürümüş dünya sağlık sisteminden nasıl çıkacağız?… Var mı bir yolu?

STEFANO MONTANARI – Bu büyük ilaç firmaları çok akıllıca hareket ettiler, yıllarca sabırla yavaş yavaş ağlarını ördüler. Bahsettiğimiz gibi, politikaya da hükmediyorlar. İtalya’dan örnek vereceğim: İtalya’da şu an tamamıyla yasadışı bir Meclis var. Niye biliyor musun? Çünkü Anayasa’nın 56 ve 58 no’lu maddeleri, milletvekilleri ile senatörlerin nasıl seçilmesi gerektiğini belirtir. Bu maddeler milletvekilleri ile senatörlerin seçim pusulasında adları ve soyadları verilerek seçmen tarafından seçilmeleri gerektiğini belirtiyor. Ancak İtalya’da uygulamada, bu tür seçim çoktan kaldırıldı. Seçmen pusulada parti seçimi yapmak zorunda kalıyor. Seçimden yüksek oy alan parti de daha sonra meclise gidecek milletvekilleri ile senatörleri kendi aralarından, çıkar ilişkilerine bakarak seçiyor. Yani halkı temsil etmiyorlar, kendilerini fonlayan grupları, patronları temsil ediyorlar. Böylesi bir seçim Anayasa tarafından yasak.

Özetle şu anda yasal olmayan bir Meclis var İtalya’da. Tahmin ediyorum ki, tüm ülkelerde durum bu. Bu yasal olmayan Meclis, yasal olmayan vekiller arasından Cumhurbaşkanı’nı seçiyor falan… Sistem böyle işliyor. İktidar sahte, muhalefet de sahte. Bu yasal olmayan meclis ve iktidar, ülkede medyanın da sahibi…

-Basın ve televizyon kanalları da kontrollerinde…

STEFANO MONTANARI – Basın ve televizyon, hatta pek çok internet haber sitesi devlet tarafından fonlanıyor. Bu işi gizli yaptıkları da yok. Her şey göz önünde. Resmi gazetede hangi basın kurumuna kaç bin avro verdiklerini yazıyorlar. Devletin fonladığı medya, devletin yayılmasını istediği yalanları yazıp anlatıyor. Yalan yazmazlarsa devletten para yok. Para alabilmek için her türlü yalanı yazıyorlar. Covid için durum bu, Ukrayna için de… Şimdi, sokakta yaz sıcağında tek başına maskeyle yürüyen kişiler gördüğünüzde, bu çürümüş sistemden çıkmanın zor olacağını anlıyorsunuz. Çünkü insanların beyinlerini yıkadılar. Eğer ben bin kez aynı yalanı tekrar edersem, siz bana inanmaya başlarsınız. Hatta bu din alanında da böyle. Hiç düşündünüz mü, bir rahip bir şey söylerken onu niye sonsuz kere tekrar eder?”

HİTLER’İN BAKANI GOEBBELS TAKTİKLERİ UYGULANIYOR

– Türkçe’de ‘Bir şeyi 40 kere söylersen olur’ diye bir söz var. O hesap!

STEFANO MONTANARI – Bunu Joseph Goebbels de söylüyordu. Nazi Almanyası’nın Propaganda Bakanı… Bu politikayı uyguluyordu. Şimdi Ukrayna’daki savaş nedeniyle televizyon kanallarında anlatılan yalanları izleyip, basında yazılan sahte haberleri okuduğunda işin boyutunu anlıyorsun. İtalya’da Mediaset, Mariupul’daki çelik fabrikasının altındaki tüneller diye bir video oyunundan alınma görüntüleri verdi. Mediaset’ten sonra aynı haberi aynı video oyunuyla RAI verdi… İnanılması güç gerçekler bunlar.

– Günümüz bilim dünyasında da durum bu mu?

STEFANO MONTANARI – Bilim karşılaştırma yapma ile çalışır. Şöyle açıklayayım… Siz bir bilim kadınısınız ve yeni bir buluş yaptınız. Buluşunuzu yayımlarsınız. Diğer bir bilim insanı olarak da benim görevim ise, sizi zor durumda bırakmak… Size buluşunuzla ilgili sorular yöneltirim, bilimsel itirazlar sunarım. Siz de onlara cevaplar verirsiniz. Bu durumda üç olasılık vardır. Eğer tüm bilimsel itirazlarımı cevaplamışsanız sizin buluşunuz iyi bir buluş. Eğer hiçbir soruya cevap veremiyorsanız, o buluş iyi değil. Soruların bir kısmını cevaplayabiliyor bir kısmına cevap veremiyorsanız, o buluş üzerinde çalışılmayı hak ediyor demektir. Bu şekilde iki bilim insanı olarak son derece sağlıklı bir karşılaştırma yapmış olduk… Yeni bir ilaç üretildiği söyleniyor: Covid-19 genetik ilacı. Ve bir bilim insanı, araştırmacı olarak benim bu ilacı analiz etmem yasaklanıyor. İtalya’da durum bu. Sadece benim değil, tüm bilim insanlarının araştırma yapması yasaklanıyor. Az önce anlattığım gibi bir karşılaştırma yapmam yasaklanıyor.

COVİD-19 İLACI ASKERİ SIR İLAN EDİLDİ

– Tüm ülkelerde durum bu, sadece İtalya’da değil. Covid-19 ilacının analiz edilmesini yasakladılar. Buna rağmen analiz edebilenler oldu ve içinde grafen oksit bulundu.  

STEFANO MONTANARI – Bu yasak aslında benim için çok önemli bir bilgi. Şöyle bir örnekle açıklayayım. Ben sizin eve geliyorum ve salondaki dolabınızda uyuşturucu saklıyorsunuz diyerek sizi suçluyorum. Eğer doğru değilse, siz “Ne münasebet!” diyerek dolabı açıp bana içinde uyuşturucu olmadığını gösterirsiniz. Eğer suçlamam doğruysa da, doğal olarak bana dolabın içini göstermemek için her türlü engeli çıkarırsınız. İktidarın bu ilacın analizini yasaklaması da böyle bir şey…

Şimdi yasağa ek olarak, Covid-19 ilacının “askeri sır“ olduğunu söylüyorlar. Bu, durumu daha da vahim kılıyor. Niye milyonlarca insanın hayatını kurtardığını iddia edilen bir ilaç askeri sır olsun? Bu da aslında önemli bir bilgi kaynağı. Askeri sır olduğunu söylemek, aslında bu ilacın yasak bir silah olduğunu söylemek demektir…

-Aşısı, maskesi, PCR testi derken bu Covid sırasında çok büyük yolsuzlukların yapıldığı söyleniyor.

STEFANO MONTANARI – Haklısınız, bu olayda çok büyük yolsuzluklar var… Tüm sistemi sarıp sarmalayan, hatta aile doktoruna kadar varan bir yolsuzluklar ağı var. Her Covid-19 ilacı, ya da onların deyimiyle aşısı yapıldığında, aile doktoru devletten para alıyor. Büyük çılgınlık! Hastaneler de öyle… Ayağınızı burktunuz diyelim ve hastaneye gittiniz. Hastane sizi Covid hastası olarak gösteriyor, hatta size yatış veriyor, ve devlet o hastaneye büyük paralar ödüyor. Bu nedenle Covid hasta sayısını çok yüksek gösterdiler İtalya’da. Büyük çılgınlık! Bugün tamamiyle illegal olan bir sistem içinde bulunuyoruz.

– Bu ilaçtan özellikle 3 doz yaptıranlarda kalp krizlerinden ani ölümler, kalp kası romatizması gibi yan etkiler çıkmaya başladı… Sağlık için çok zararlı olduğu da gün yüzüne çıkmaya başladı. Montagnier, “Bu aşının üretiminde kullanılan protein bir zehirdir, kalp gibi organlara çok zarar verir, o yüzden pek çok sporcu aşıdan sonra rahatsızlanıyor. Bu aşıyı çocuklara yapmak ise büyük suçtur” demişti vefatından kısa bir süre önce.

STEFANO MONTANARI – Sağlık için çok zararlı olduğu bir gerçek… Bir hafta önce spor dünyasından önemli bir dostumla sohbet ediyorduk. Spor dünyasını tanıyorum, çünkü ben de maraton koşuyordum. Başarılıydım da, İtalya’da 15 şampiyonluğum var… Bu dostum, kendi alanındaki sporculardan aşı yaptıranların fiziksel performanslarının yüzde 40 düşmüş olduğunu söyledi. Bu hemen hemen tüm spor branşlarında böyle. Bisiklet yarışlarında mesela… Paris-Nice bisiklet turunda 40 bisikletçi birden sağlıkları elvermediği için yarışı bıraktı. Daha önce kesinlikle görülmemiş bir durum bu… Benzer bir durum İtalya bisiklet turunda da yaşandı. Gencecik futbolcular sahada kalp krizi geçirip ölüyor… ”

“ŞEYTANIN VARLIĞINA İNANMAYA BAŞLADIM”

– Profesör Montanari ne yapmak istiyorlar?

STEFANO MONTANARI – Dünya nüfusunu azaltmak istiyorlar. İtalya’yı 60 milyondan 30 milyona düşürmek istiyorlar mesela. Bunu açık açık söylediler… 60 milyon İtalya için çok fazlaymış, 30 milyon olsa hiç fena olmayacakmış…

– Bu kişilerin akıl sağlıklarının yerinde olmadığı çok açık…

STEFANO MONTANARI – Evet, akli dengeleri bozuk… Dindar bir kişi sayılmam, ancak bu son yıllarda yaşananlara bakarak şeytanın ya da şeytanların varlığına dair kanıtlarım oluştu.

BİRGÜL GÖKER PERDİSA -BOLOGNA

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.