Papa’ya suikast dosyasını yeniden açan İtalyan yazar: “Yeni bilgiler var!”

Çok kısa bir süre önce piyasaya çıkan “Papa Ölmeli” kitabı üzerine tartışmalar yayılıyor. Bu çalışmasıyla İtalya’da 44 yıl önceki Papa suikastı ile ilgili soruşturmanın yeniden açılması taleplerini gündeme getiren araştırmacı-yazar Ezio Gavazzeni, yeni gelişmelerle ilgili sorularımızı yanıtladı.
– Kitabınızın ithaf sonrasındaki ilk sayfasına, bir mülakat sırasında Paul Henze’e dinleyicilerden yöneltilen bir soruyu almışsınız. Kadın, bir ASALA liderinin sözünü hatırlatıyor Henze’e: “Biz öyle büyük ve güçlü bir örgütüz ki bir Türk’ü Papa’yı öldürmesi için tutabiliriz.” Bu sözü söyleyen ASALA liderinin kim olduğunu bulabildiniz mi? Suikastin arkasında Bulgarların olduğu savını destekleyen CİA’nın Türkiye şefi Henze’in bu soruya cevabını bilmek isterdik. Bu kişi ASALA lideri Hagop Hagopyan olabilir mi? 80’li yıllarda kimi İtalyan gazete ve dergilerinde söyleşileri yayımlanıyordu. Hatta Panorama, bir söyleşinin tamamını vermediği ya da bir kısmını çarpıttığı suçlamasıyla Milano’da ASALA tarafından bombalanmıştı.
EZİO GAVAZZENİ – Bu sözü söyleyen ASALA liderinin kim olduğunu bulamadım, ancak bu ifadenin başka bağlamlarda da kullanıldığını biliyorum. NBC’nin bir White Paper’ında yayımlandı ve bir CİA belgesinde de yer verildi örneğin. Sizin de belirttiğiniz gibi Rita Porena’nın Panorama için Hagopian’la yaptığı söyleşinin bazı bölümleri o dönemde yayımlanmadı. Ancak Henze’in kadına verdiği cevap, ya Papa’ya yönelik Ermeni tehditlerinden habersiz olduğu ya da çıkarları için habersizmiş gibi davrandığını gösteriyor. Şöyle ki, Henze, 20 Temmuz 1984’te Wamu-FM İstasyonun “The Fred Fiske Show” adlı canlı olarak verilen radyo programında kendisine bu söz hatırlatılarak soru sorulduğunda: “Bu operasyonda Ermeni bağlantılarının olduğuna dair kanıtların varlığına yönelik bir bilgim yok. İlginç olan şu ki, Ağca Papa’ya ateş ettikten hemen sonra tutuklandığında, ilk anda onun bir Ermeni olduğu yönünde bildirimler alınmıştı.”
Henze cevabında “bildirimler” derken, tutuklandığında İtalyan polisine Ermeni olduğunu söyleyen kişinin bizzat Mehmet Ali Ağca olduğunu bilmiyormuş gibi davranıyor. Ağca sonra kendisinin Ermeni değil de Türk olduğunu polise söylemek zorunda kalıyor.
Paul Henze’in bu açıklaması, ya Henze’in soruşturmaları Sovyet Bloku yani sözde Bulgar izi doğrultusunda yönlendirmek için kendi planının olduğunu ya da İtalyan istihbaratının ASALA tarafından Papa’ya yönelik 6 yıllık ölüm tehditleri ile Milano, Madrid ve Roma’da yaptıkları ölüm ve ağır yaralanmalarla sonuçlanan saldırıları gizlemede çok başarılı veya çok şanslı olduğunu gösteriyor.
KARMAŞIK İLİŞKİLER: ATİNA-VİYANA-ROMA
– Niye ASALA Papa’yı ve Vatikan’ı 1978 ila 1983 tarihleri arasında tehdit ediyordu? Safe Heaven Operasyonu kimler tarafından organize ediliyordu ve niye Asala karşı çıkıyordu?
EZİO GAVAZZENİ – 1975 ila 1983 yılları arasında Akdeniz’de faliyet gösteren bir organizasyon vardı. Bu organizasyona doğrudan Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan Harry Kissinger, ki kitapta kendisine ve operasyonu finanse etmek için yazdığı çeklere dair referenslar bulacaksınız, ve Caritas International, Dünya Kiliseler Konseyi, Hias gibi Vatikan’ın yörüngesindeki örgütler de dahildi. Bunların arasında Tolstoy Vakfı ve Rav-Tov gibi Amerikan örgütleri de vardı. Rav-Tov’un asıl amacı, Ermenilerin yanı sıra Sovyetler Birliği’ndeki Yahudilerin de göç ettirilmesiydi.
Vatikan ve Amerikan kuruluşlarının dışında, yine Katoliklerin yörüngesinde olan gönüllü dernekler de işin içindeydi. Bunlara UNHCR ve ANCHA (Evsiz Ermeniler için Amerika Ulusal Komitesi) gibi uluslararası kuruluşları ekleyebiliriz.
Bu karmaşık yapıdaki organizasyon, Ermenileri Erivan’dan Beyrut’a 1975’ten önce getirmeye başlamıştı, ancak Lübnan iç savaşının patlak vermesiyle Amerikan Dışişleri Bakanlığı “Safe Haven” (Güvenli Sığınak-Liman) operasyonunu başlattı ve göçün toplanma noktası olarak Roma’yı seçti. Böylelikle İtalyan başkenti, Ermeni göçünün son durağı haline geldi. Atina ve Viyana, sınırlı da olsa Ermeni göçü için kullanılan diğer iki kent. Bunlardan Viyana daha çok İsrail’e ya da Amerika’ya giden Yahudilerin durağıydı.
Roma’ya getirilen Ermeniler, İtalya İçişleri Bakanlığı ile anlaşması bulunan 16 pansiyonda ağırlanıyordu. Roma’daki Amerikan Büyükelçiliği ise göçmenlerin kayıt altına alınması ve ABD’ye götürülmelerinden sorumluydu. Roma’daki bu bürokratik süreç, 3 ila 6 ay gibi bir sürede tamamlanıyordu.
ASALA’nın, 1975 yılında Doktor George Habash yönetimindeki bir FKÖ kampında Beyrut’ta kurulduğu yıl, Beyrut’ta World Council of Churches’in (Dünya Kiliseler Konseyi) merkezine düzenlediği saldırıyla terörist faaliyetlerine başlaması dikkat çekicidir. Saldırının, Ermenistan’dan ABD’ye doğru göç akışının durdurulması için yapıldığı duyurulmuştu. Bu talep, Türk diplomatlarına yönelik saldırılarla birlikte, Avrupa’daki Ermeni terörünün, özellikle de İtalya’ya yönelik yaptıklarının simgesi haline geldi.
ASALA, Safe Haven Harekâtı’na karşıdır, çünkü göçle birlikte Ermenistan toprakları egemen, yönetici sınıftan arındırılıyordu: üniversite profesörleri, mühendisler, doktorlar, profesyoneller, avukatlar, yazarlar ve hatta küçük çocuklu genç aileler… Sovyet Bloku yörüngesinde kalmak yerine, Amerikan rüyasını yaşamak ve daha iyi bir gelecek inşa edebilmek için Amerika’ya göç ettiler. Açıkça söylemek gerekirse, 8 yılda en az 30 bin kişiyi kapsayan bir göç akımından bahsediyoruz, ancak bu rakam büyük ihtimalle çok daha fazla.
Büyük Ermenistan’ı kurmayı hedeflerinin en başına koymuş, hatta Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türklerin aldığı toprakları yeniden ele geçirmeyi planlamış ASALA gibi bir terör örgütü için, hayati olan bu entelektüel güçlerin tükenmesi, ülkenin yoksullaşması anlamına geliyordu. Ve bunu kabul edemezdi. ASALA liderleri ABD, Batı Avrupa ve Vatikan’ı Ermenistan’ı yoksullaştırmak ve Ermenileri ulusal kimliklerini kaybetmeleri için Amerika’ya sürmek istemekle suçladı.
“BEN KİMSEYİ SUÇLAMIYORUM”
– Cüretli iddialarda bulunuyorsunuz. “Ermeni düşmanı” olarak bilinen ülkücülerin Abdullah Çatlı, Oral Çelik, Mehmet Ali Ağca, ve diğerlerinin ASALA’yla işbirliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu işbirliği nasıl ve hangi işler nedeniyle başlamıştı? Kitabınızda bunların gerçek ülkücü olmadıklarını ve kirli işlerini yapabilmek için ülkücü kamuflajını kullandıklarını yazmıştınız. Bu görüşünüzü ayrıntılandırır mısınız? Sizin de yazdığınız gibi, ASALA’nın Paris ofisleri ileriki yıllarda “PKK’lı Kürtler” tarafından da kullanılıyordu. Osmanlı dönemindeki Ermeni tehciri zamanında Ermenilere en büyük zararı Kürt aşiretlerinin vermiş olduğu ileri sürülür. Nedir bu ASALA-Ülkücü ve sonrasında da PKK işbirliği? Bir de şu ek bilgiyi vermek isterim, özgürlüğüne kavuştuktan sonra İstanbul’a yerleşen Ağca, “şerefli ülkücüler asla ASALA ile işbirliği yapmadılar” cevabını vererek, yazdıklarınızın yalan olduğunu iddia etti.
EZİO GAVAZZENİ – O halde şunu hemen açıklığa kavuşturayım: Ben kimseyi suçlamıyorum, sadece elime geçen belgeleri okuyorum. Ayrıca Türkiye’nin iç işlerine karışacak kadar da bilgi sahibi değilim. İtalyan istihbarat kurumu SİSDE’nin 28 kasım 1984 tarihli ve general Gaetano Scolamiero imzalı belgede şöyle yazıyor: “… Oral Çelik, Paris yakınlarında, Türk vatandaşı Abdullah Çatlı’nın dairesinde saklanmaktadır. […] Alınan haberlere göre Çelik ve Çatlı, belirtilmeyen bir tarihte mahallede görülmüş, uyuşturucu kaçakçılığı yapmakta olup, tanınmış Ermeni örgütü ASALA ile bağlantıları bulunmaktadır.”
Ayrıca, bazı Türk gazetelerinde de, özellikle Abdullah Çatlı’nın kendisinden beklendiği gibi ASALA ile savaşmadığını anlatan yazılar yer aldı. İki makaleden bahsedeceğim: Birincisi Gökçer Tahincioğlu’nun 4 kasım 2021 tarihli Faili Belli başlıklı yazısı, diğeri ise Murat Yetkin’in 28 Kasım 2020 tarihinde yayımlanmış Yetkin Raporu’ndaki yazısı.
Üstelik Mehmet Ali Ağca da, 3/8/1981 tarihli SİSDE raporundan okuduğuma göre, Papa’ya yapılan suikast girişiminden iki gün önce Roma’daki Caffè dell’Opera’da Ermeni terörizminin bir temsilcisiyle bir araya gelmiş. Raporda, bu yönde bir soruşturmanın yapılması gerektiği belirtilmiş, ancak İtalyan yetkililerin, bilinmeyen bir nedenden dolayı, bu yönde bir araştırma yapmadığı biliniyor.
DÖRDÜNCÜ BİR İSİM VAR
Fakat dördüncü bir isim daha var, o da hep Ağca’yla anılan Aydın Telli, asıl adı Aydın Telliağaoğlu, kısaltılmış adıyla Aydın Telli. Bu şahıs da “uyuşturucu ticareti” işine karışmış. Telli “provokatif operasyonlar” konusunda uzmanlaşmış; başka bir deyişle, Milliyet gazetesinin 2001’de yazdığı gibi “sahte bayrak operasyonları”. SİSDE belgesinde (nr 2/Z.5908 – Konu: Emanuela Orlandi’nin Kaybolması – 22 Şubat 1984) şunları okuyoruz: “Yetkin bir yabancı kaynak, 01/01/1961 Tarsus doğumlu Türk vatandaşı Aydın Telli’nin -Türk polisi tarafından çeşitli cinayetler ve saldırılar nedeniyle aranıyor- telekste Türkeş’in liderliğini yaptığı Türk milliyetçi sağına mensup olduğu belirten bu kişinin, 1981’de Papa’ya saldıran kişi (Mehmet Ali Ağca) ve kimliği belirlenemeyen başka bir Türk vatandaşıyla birlikte İtalya’ya gelmiş olduğunu öğrendiğini bildirdi.”
Elbette ki, kitapta yer alan her şeyi burada aktarmam mümkün değil, ancak bu verdiğim bilgilerin bile, Papa’nın ASALA’dan 6 yıllık bir süre zarfında aldığı tehditlerle bağlantılı, pek de şeffaf olmayan bir tabloyu ortaya koymak için yeterli olacağını düşünüyorum.
– Papa Giovanni Paolo II, kasım 1979’da Türkiye’yi ziyaret etmeye karar veriyor. ASALA bu ziyarete engel olmak Reuters’a Papa’yı öldüreceğine dair tehdit telefonları açıyor ve Madrid’te 3 bomba patlatıyor. Ne tesadüftür ki, Ağca da İpekçi cinayeti nedeniyle henüz yeni hapisten kaçmıştır, ancak o da aynı tarihte Türkiye’ye gelmesini engellemek için Papa’yı ölümle tehdit ediyor. ASALA ve Ağca’nın aynı nedenle Papa’yı ölümle tehdit etmesi, sizde de ASALA’nın Papa’yı öldürme planının bu tarihlerde yapıldığı ve bu nedenle de Ağca’nın hapisten kaçırılıp Avrupa’ya götürüldüğü şüphesi uyandırmıyor mu?
EZİO GAVAZZENİ – Sorunuzda bahsettiğiniz iki tehdidi, Madrid bombalamaları sonrasında ASALA’nın yaptığı ile o sırada hapisten “kaçan” Ağca’nın yaptığı yazılı tehdidi kitabımda karşılaştırdım. Tarafsız ve önyargısız bir değerlendirme istediğim için yapay zekâyı kullandım ve ona sordum. Cevabı şuydu: “İki metnin yazım tarzları, ‘anti-emperyalist’ ifadelerinin kullanımı ve Papa II. Jean Paul’ün de dahil edilmesi gibi bazı benzerlikler paylaşıyor. Her iki metinde de Papa’nın Türkiye ziyaretine ilişkin saldırılar veya tehditler yer alıyor. Ancak sadece bu benzerliklere dayanarak bu iki metnin aynı kişi tarafından yazıldığını kesin olarak söylemek mümkün değildir; bunlar benzer görüşleri paylaşan farklı kişiler tarafından da yazılmış olabileceği gibi, aynı kişi tarafından farklı yazım tarzıyla da yazılmış olabilir.”
Yapay zekânın iki metni karşılaştırması büyük ölçüde benim için bir oyundu, ancak ChatGPT’nin cevabında da şu ifade yer alıyordu: “… Benzer görüşleri paylaşan farklı kişiler tarafından yazılmış olabilirler…”
Aslında, varsayımlardan ve zihinsel kurgulardan hoşlanmıyorum, olayları belgelere dayandırmayı tercih ediyorum. Papa Ölmeli adlı kitabım, sadece orijinal belgelerden (SİSDE, SİSMİ, Emniyet Genel Müdürlüğü, Bakanlıklar ve Başbakanlık gibi) oluşuyor, 480’den fazla belge var. Kitap benim görüşlerimden oluşmuyor.
Sadece bu olayda, Papa’ya yöneltilen, aynı dönemde yapılmış ve birbirine çok benzeyen iki tehdidin çok benzediğini tespit ettiğim için, zihinsel şartlandırma olmadan bir görüş elde etmek için Yapay Zekâ’yı kullandım.
Ancak şunu eklemek isterim, bir tesadüf bir tesadüftür, ama ne zaman ki birbirinden farklı olaylar, olgular aynı sonuca götürmeye başlar, işte o zaman şüphe duymak gerekir. Bu gibi durumlarda kural her zaman şudur; bir tesadüf bir tesadüftür, iki tesadüf bir ipucudur, üç tesadüf bir delil olur.
– Uzun yıllar Roma ve Vatikan’da Der Spiegel için gazetecilik yapmış Valeska von Roques’un papa cinayetini inceleyen “Papa’ya Komplo” kitabını Türkçe çevirisinden okudum. İtalyancaya çevrilmemiş olmasını doğrusu ilginç buluyorum. Roques’un ve sizin kitabınız aslında Papa’ya suikast puzzle’ını tamamlıyor. Roques da daha çok istihbarat servisleri üzerinden konuyu analiz ediyor.
Peki, bu suikast girişiminde gizli servislerin rolü nedir? Kitabınızda Ağca’nın Belgrat’taki İtalyan elçiliğine vize için başvurduğunu ve Beyrut’taki Filistin kamplarında eğitim aldığı ve Mossad tarafından kullanıldığı gerekçesiyle Roma’nın vize verilmemesini istediğini yazıyorsunuz. Bu demektir ki, İtalyan istihbaratı suikastten çok önce aslında Ağca’nın kim olduğunu biliyordu. Bir de İtalyan Devleti’nin ASALA ile masaya oturduğunu, 1980’den 1983’e kadar müzakerelerin devam ettiğini, sonuçta da Ermeni göçünün bir süreliğine durdurulduğu bir anlaşmayla son bulduğunu yazıyorsunuz…
SUİKAST GİRİŞİMİNDE İTALYAN İSTİHBARATI YOK
EZİO GAVAZZENİ – Elimdeki belgelere dayanarak İtalyan gizli servislerinin Papa’ya yapılan saldırıda hiçbir rollerinin olmadığını söyleyebilirim. İtalyan gizli servislerinin saldırı sonrasında oynadığı rol ise ihmalkârlıktı. Papa’ya yapılan suikast girişimini soruşturanlara, örneğin soruşturmacı yargıç İlario Martella’ya, ASALA tarafından Papa Karol Wojtyla’ya yönelik 6 yıllık ölüm tehditlerinin olduğu, bu nedenle ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan saldırıların yapıldığı hakkında bilgi verilmedi. Tabii, tüm bu kanlı olaylar tek bir bağla birbirine bağlı: Vatikan’dan ABD’ye götürüp yerleştirmek için yaptığı Ermeni göçmen akışını durdurma talebi.
Sorunuzda Belgrad’la ilgili bir olaydan ve Ağca’nın bu şehre yaptığı seyahatten söz ediyorsunuz. Olayı şöyle özetleyeyim: 13 Mayıs 1981’de Papa’ya yapılan saldırının ardından dönemin Polonya hükümeti tüm diplomatik kurumlarına bir mektup yazarak Ağca’yı tanıyan veya tanışan olup olmadığını soruyor.
Belgrad’taki Polonya diplomatik temsilciliği yanıt verir. Belgrad’taki Polonyalı, “Kostrzewa” takma adı ve 2596 no’lu belgede, Mehmet Ali Ağca’nın Mart 1981’de İtalya’ya vize almak için Belgrad’taki İtalyan Büyükelçiliği’ne geldiğini yazar. Bu aslında, Doğu ve Batı Bloku ülke büyükelçiliklerinin birbirlerini yakından takip ettiklerinin de kanıtıdır.
Burada bir an duralım ve Ağca’nın yargılanması sırasında elde edilen bilgilere tekrar bakalım. Anlattıklarına göre, Ağca, o sırada aslında Papa suikasti için kullanacağı silahı satın almak için Viyana’da bulunuyordu. Peki o zaman niye Viyana’dan Belgrad’a gidiyor? Neden vize başvurusunu Viyana’da yapmıyor? Belgrad’ta biriyle mi görüşmesi gerekiyordu? Bu sorulara yanıt vermek zor. Belki Ağca’nın kendisi ileride bu duruma açıklık getirir, tabii şayet isterse.
Neden vize başvurusu yaptığı sorusunun yanıtı ise kolay. Çünkü o sırada Ağca bir Ürdün pasaportuna sahipti ve İtalya’ya girebilmek için vize şarttı.
Neyse, devam edelim. Büyükelçiliğimiz yanıt vermeden önce iki bilgi kanalını kullanmaktadır: Birincisi Dışişleri Bakanlığı, ikincisi ise Roma Emniyet Müdürlüğü. Birinci kanal, Ağca’nın George Habaş’ın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne yakın olduğu, bu nedenle vize verilmesinin uygun olmadığı yanıtını verir. Roma Emniyet Müdürlüğü ise, “Ağca’nın İsrail istihbaratı tarafından yönlendirildiği şüphesi” nedeniyle vize verilmemesini ister.
Bir ara verelim: Bu hikâyede sıradışı olan ve kitabı yazarken de sık sık karşıma çıkan isim George Habaş. Kitabı okuyan herkes bu garip tesadüfü fark edecektir. Ancak, tesadüfler hakkında ne demiştik az önce? Hatırlayalım…
Mart 1981’deki Belgrad’a geri dönecek olursak. Büyükelçiliğimizin İtalya’dan aldığı yanıtlar, aslında, sıradışıdır. Dikkat edin Mart 1981’deyiz, Papa suikastinden iki ay öncesi ve İtalyan yetkililerin elinde böyle bilgiler var. Acaba Mehmet Ali Ağca ile ilgili İtalya’da hazır bir dosya mı vardı? Belgrad Büyükelçiliğimiz ile İtalya arasındaki yazışma dosyasını görmek istediğimi Dışişleri Bakanlığı’na yazdım, ancak bana olayın üzerinden 50 yıl geçmediği için dosyanın hâlâ gizli olduğu yönünde cevap verdiler. Kitabımı kaynak olarak edinen Parlamento’daki Gregori/Orlandi komisyonunun, Belgrad’taki İtalyan Büyükelçiliği, Dışişleri Bakanlığı ve Roma Emniyet Müdürlüğü arasındaki yazışmaları görme gücüne sahip olacağını umuyorum. Onların sahip olduğu güç bende yok.
Diğer sorunuz ise, İtalyan devleti ile ASALA arasında Nisan 1980 ila Ağustos 1983 arasında Beyrut’ta yapılan müzakereler ile ilgili. Görüşmeler İtalyan devleti adına, o zamanki SİSMİ komutanlarından General Armando Sportelli tarafından yürütülmüş.
Görüşmeler, ASALA adına Yaser Arafat’ın sağ kolu Ebu Hol’un arabuluculuğunda Beyrut’ta gerçekleşti. Kitabımda okur, toplantı tutanaklarını, toplantıya katılan kişileri ve ilgili belgeleri bulacaktır. Anlaşma, birkaç yıl sonra Cumhurbaşkanı olacak dönemin İçişleri Bakanı Oscar Luigi Scalfaro’nun imzasıyla oldu. Anlaşmayı tescil eden Scalfaro’nun imzası kitapta da yer alıyor.
PAPA 6 YIL TEHDİT EDİLMİŞ
– Söyleşimizin başında da konu ettiğimiz gibi, kitabınızda çok önemli bir bilgi daha var, o da Ağca’nın yakalandığında ilk anda “Ben bir Ermeni askeriyim ve Ermeni topraklarını Türklerden kurtarmak için bunu yaptım”. Öyle ki ilk anda Ermeni asıllı olarak kayıtlara geçiriliyor. Kitapta soruşturmayı yapan yargıç İlario Martella ile mülakata yer vermişsiniz. Martella Ermeni tehditleri konusunda kesinlikle İtalyan istihbaratının kendisine bilgi vermediğini ve Bulgar izine yönlendirildiğini söylüyor. Oysa ki, kitabınızda yer verdiğiniz Hagopian söyleşisi 1 Eylül 1980 tarihli Panorama’da yayımlanmış. Orada Hagopian Papa’yı Ermeni göçünü durdurmazsa öldürüleceği tehdidini savuruyor. Yargıcın ASALA’dan, dergide İtalyanca yayımlanmış ölüm tehdidinden haberi olmaması, hatta Ağca’nın birkaç ay Ermenilerin konaklandırıldıkları pansiyonda kalmış olduğunu bilmemesi çok ilginç. Bunun için istihbarat bilgisine pek de gerek yok aslında.
EZİO GAVAZZENİ – Ben de Yargıç İlario Martella ile yaptığım söyleşide hayrete düşmüştüm. Hiçbir gizli servis, Papa’ya yönelik 6 yıllık tehditlerin varlığından yargıca bahsetmemiş. Martella, bir yazarın telefonda kendisine ifşa ettiği bazı durumlardan rahatsızlık duymuş olacak ki, gidip ilgili belgeleri aldı, hatta beni bir süre bekletti ve daha sonra o dönem sorguladığı İtalyan gizli servisleri SİSDE ve SİSMİ’nin başkanlarının söylediklerinden alıntıları bana yazdırdı.
Onun ifadesini burada aktarmak isterim. “Söylediklerinde kesinlik var. Aradım, iyi hatırlıyorum, her iki istihbarat başkanını da, şahit olarak dinlemek için. Bu yaptığım işin kanıtı için kaynak olarak gerekliydiler. Sorumluluklarını anımsatarak bana her ikisinin de söylediği şuydu, ‘kendi ofisleri ile Ağca arasında herhangi bir bağımsız temas kesinlikle söz konusu değildi ve devam eden soruşturma faaliyetinin geliştirilmesi amacıyla yararlı olabilecek hiçbir başka bilgiye sahip değillerdi.’ Eğer o zaman ellerinde bu bilgiler vardıysa neden bana haber vermediklerini anlayamıyorum.”
Özetle, yargıca şunu söylediler: “Böyle devam et.” Yargıç ile gizli servis başkanları arasındaki bu görüşme Kasım 1983’te gerçekleşti. Ne yazık ki ASALA’dan Papa’ya yapılan son ölüm tehdidi Ağustos 1983 tarihli. Görüşmeden iki ay önce yapılmış bu tehdit, büyük infiale yol açmıştı.
– Suikast soruşturması sürerken, sizin de şimdi bahsettiğiniz gibi ASALA Ağustos 1983’te Papa’yı Castelgandolfo’da dinlenirken öldüreceği tehdidini yapıyor. ASALA’dan Terzian adlı bir şahıs Ankara’da Ansa ofisini arayarak söylüyor bunu. Aslında Papa’ya ASALA tehdidi çok da ortada aslında. Suikast araştırmasını yapan yargıçların sonraki yıllarda da buna dikkat etmemesi çok ilginç geliyor bana.
EZİO GAVAZZENİ – Papa’ya yönelik son ölüm tehdidi, ASALA tarafından 26 Ağustos 1983’te, papa Castel Gandolfo’da bulunduğu sırada yapıldı. Yetkililer, tehdidi çok ciddiye alarak, kentin etrafına kontrol noktaları kurdular, bölgede helikopterlerle devriye gezdiler ve çok sayıda güvenlik gücü konuşlandırdılar. Hatta 29 Ağustos pazartesi günü Papa’nın Villa Albani’de bulunan IX. Pius’a adanmış bir şapeli ziyaret etmesi gerekiyordu, ancak gizli servislerin zamanında arama yapamaması yüzünden yetkililer papanın içeri girmesine izin vermediler. Elinde anahtarı onu şapele girmesi için bekleyen rahibenin hayal kırıklığına uğramış yüzünü hayal edin. Ancak daha sonra ADN Kronos’a şöyle demişti: “Papa geri dönmediği sürece, korkum sürecek.”
Kitapta bu tehdit ve Papa’yı korumak için konuşlandırılan kuvvetlere ilişkin belgeleri bulacaksınız. Ama şimdi vereceğim bilgi çok yeni, bu bilgiyi kitap basım aşamasındayken edindiğim için kitaba ekleyememiştim. Yeni bilgi şu: Bu son ASALA tehdidi, Emanuela Orlandi’nin kaybolmasıyla bağlantılı.
KAYBOLAN İKİ KIZ
26 Ağustosta Terziyan adında biri (belge İçişileri Bakanlığı, no 224/22891/I° DIV./34563/R – Roma, 26 Ağustos 1983), Ankara’daki ANSA merkezini arayarak, kendisinin ASALA’dan olduğunu ve “Papanın pazar günü öleceğini” söyler.
İşaret ettiği pazar günü 28 Ağustos. İlk başta belirtmediğim şey, söz konusu bu tarihin Emanuela Orlandi’yi kaçıranların daha önce ültimatom için verdikleri gün olması. Herkes Orlandi’nin o pazar öldürülmesini bekliyordu.
Bir de, Papa’ya telefonla yapılan bu son ölüm tehdidi İtalyan basınında Türkeş tarafından yapıldığı bilgisiyle verilmişti. Gerçek saptırılmıştı. Telefon görüşmesi ASALA tarafından yapılmış ve gazeteler (özellikle de UNITA) “yanlışlıkla” görüşmeyi Türkeş’le ilişkilendirmişlerdi.
Bu nedenle diyebiliriz ki, Papa’ya yöneltilen ölüm tehdidi, iki kızın kaybolmasıyla ilgilidir.
– Papa suikasti nedeniyle hapisteki Ağca’nın serbest bırakılmasını sağlamak için Gregori ve Orlandi’nin kaçırıldıkları iddiaları hep oldu. Hatta ASALA tarafından kaçırıldıkları da söyleniyor. Bu son söylediğiniz, iddiaları doğrular nitelikte.
EZİO GAVAZZENİ – Bu soruyu az önce kısmen cevapladım. Açıkçası, Gregori/Orlandi davasıyla pek ilgilenmedim, sadece papaya yönelik saldırı ve gün yüzüne çıkan yeni delillerle ilgilendim. Ancak doğal olarak, istemeden de olsa, az önce anlattığım Terziyan’ın telefon görüşmesinin yanlışlıkla Türkeş’e atfedilmesi gibi, o konuyla da ilgili bazı delillerle karşılaştım.
Ek bilgi olarak şunu söyleyebilirim: 8 Temmuz 1983’te Orlandi ailesine yapılan bir diğer telefon görüşmesinde, telefondaki şahıs önemli bir hata yapmıştı. SİSDE bu konuda şunları yazıyor: “İsimsiz kişi görünüşte Freud’çu bir dil sürçmesi yapıyor. Önceki bir telefon görüşmesine atıfta bulunurken ANSA yerine ASALA gibi bir kelimeyi telaffuz ediyor. Bu hata iki yönlü bir yoruma müsaittir. Aslında telefondaki şahıs Ermeni milliyetine ait olduğunu bilinçsizce ortaya çıkarmaktadır veya soruşturmacıları yanlış bir yola yönlendirmek için bilinçli olarak yapılmıştır.”
SİSDE’nin değerlendirmelerinin ötesinde, bu dil sürçmesinin, kitabımda papaya yönelik 6 yıl süren ölüm tehditleriyle ilgili ortaya çıkan bilgiler ışığında, büyük bir önem kazanmış olduğunu belirtmek istiyorum. Meclis Komisyonu bu hatayı basit bir hata olarak değerlendirmişti, ama şimdi sanıyorum ki, ASALA’dan Ankara’daki ANSA’ya yapılan tehditle birlikte, bu hatanın ağırlığı oldukça artmış durumda.
YENİ SORUŞTURMA AÇILACAK GİBİ
– Kitabınızın yayınlanmasıyla Papa suikasti ve Gregori-Orlandi davaları nasıl yön alacak? Papa’ya suikast tarihi yeniden yazılabilir mi?
EZİO GAVAZZENİ – Kitabımın meclis komisyonunda kaynak olarak alınması konusunda şimdilik bir şey açıklayamıyorum. Sadece şunu söyleyebilirim ki, 13 Mayıs 1981’de Papa’ya yapılan saldırıya ilişkin soruşturmaların, ortaya çıkan yeni deliller ışığında yeniden başlatılacağını umuyorum.
Yargıç İlario Martella’ya temel bir rengin eksik olduğu bir tablo çizmiş olduğunu söylemiştim. Bu da papaya 6 yıl boyunca ASALA tarafından yapılan ölüm tehditleri… Belki de, bu yeni ortaya çıkmış rengi ekleyerek, uzun süredir gömülü olanın gün yüzüne çıkarılmasının zamanı gelmiştir.”
Kitap çok önemli bir tarihi gerçeği ortaya döküyor. Ancak İtalyan medyasının konuya gerektiği önemi vermediğini görüyoruz. Medyanın suskunluğunu siz neye bağlıyorsunuz? Suikast girişiminin ardındaki gerçeklerin açığa çıkmasını istemeyen güç odakları hâlâ var olabilir mi?
EZİO GAVAZZENİ – İtalyan medyası bugüne dek söylenen suikastin ardındaki Bulgar izi söylemine inandı. Bulgar izini de dışladığım yok aslında. ASALA marksist-leninist bloka aitti, ayrıca SSCB tarafından finanse ediliyordu. ASALA’ya uzanan yolun Sovyet Bloku’nu saldırının dışında bıraktığını düşünmek yanlış olur; bilakis saldırının tutarlılığını güçlendirir ve ayrıca yargıç Giovanni Spinosa’nın İl Fatto Quotidiano gazetesinde, kitabımla ilgili yazdığı gibi, suikast girişimine bir neden daha ekler. Benim söyleyebileceğim, bugüne kadar aktarılan ve sadece Mehmet Ali Ağca’nın anlattıklarının ürünü olan söylemin, yeni deliller ışığında yeniden gözden geçirilmesi gerektiğidir.
Belki de kitabımda ortaya çıkan yeni delilleri de dikkate alarak, Papa II. Jean Paul Karol Wojtyla’ya yapılan saldırıya ilişkin gerçek bir soruşturma başlatmanın zamanı gelmiştir. Bir de şu bilgiyi vermek isterim: İtalya’da suikastin arkasında Bulgarların olduğu iddiası, her üç yargılama aşamasında da delil yetersizliği nedeniyle beraatle sonuçlandı, diye hatırlıyorum.
Son olarak şunu da söylemek isterim, kitabımın Türkçeye tercüme edilmesini ve ortaya çıkan yeni delillerin daha fazla kişiye ulaşarak, konuyla ilgili tartışmanın genişletilmesini umuyorum.
BİRGÜL GÖKER PERDİSA – ROMA
FOTO: Tullio Saba, Public domain, via Wikimedia Commons