İnsanlar örnek demokraside nasıl rehin alınır? Otomatik Bilgi Paylaşımı’nın açığa çıkardığı kirli gerçek
Federal Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde, 60 yıllık bir “kambiyo kirinden” doğmuş, ama artık milyonlarca insanımızı aşağılayan bir sahipsizlik hüküm sürüyor. Otomatik Bilgi Paylaşımı ile ne mi oluyor? Önce iki soru yanıt bekliyor. Bir: AKP kendisini destekleyen milyonlarca insanı neden “satma gereği” duydu? İki: Özellikle Alman siyasetinde etkin Türkiye kökenli politikacılar kendi insanlarını ilgilendiren bu konuda nasıl bu kadar sessiz ve yerle yeksan durumda? Bu iki sorudan birçok yeni sorular üretmek mümkün.
Bugün Yeni Posta’yı yapan kadro, önceki yılın yaz sonuna doğru, şu Otomatik Bilgi Paylaşımı skandalını ilk kez ortaya çıkarmıştı. Almanya’nın önde gelen haftalık bir ekonomi dergisinde, tek sütunluk bir haberdi oysa: Otomatik Bilgi Paylaşımı’nın 2020 güzünde başlayacağı hatırlatılıyordu. Türkiye’deki bir bankada hesabı olanların bilgileri dünya sistemine, özellikle de Almanya’ya bildirilecekti. Sonra sert tepkiler üzerine Ankara yurtdışında yaşayan vatandaşları ve Türkiye’de hesabı olanların finansal bilgilerinin otomatikman metropollere gönderme işi biraz erteledi. Sonra ipin ucunu bıraktı.
Yukarıda sözü geçen tek sütunluk haberin izi sürülerek hazırlanmış haber, o sırada içeriğini üstlendiğimiz küçük haber portalında, birkaç saat içinde, bizim için inanılmaz tıklama sayılarına ulaştı. Hemen ardından, galiba Sözcü gazetesi başta olmak üzere, diğer yayınlar devreye girdi… Bazıları ilk kez kendilerinin bu haberi yakaladığını iddia etti falan… Uzun hikâye… Nasılsa bir gün ortaya çıkacaktı ve asıl haber, bu bilginin nasıl o kadar uzun süre “hasır altı” edilebildiğiydi. Sadece Almanya’da 3.1 milyon insanı, neredeyse Türkiye ile bağlantılı her haneyi, ev ve işyerini ilgilendiren bir haberdi ve kimsenin haberi yoktu.
Ankara’daki “İslami iktidar”, isteyen “İslamcı iktidar” olarak da okuyabilir, Avrupa’daki tüm tabanını kaybetme pahasına, böyle bir karara nasıl imza atabildi? Milyonlarca Türkiye kökenli insanı can evinden vurabilecek böyle bağımlılığı nasıl yasallaştırabildi? Hadi uluslararası ilişkiler zorladı, diyelim, bundan çok daha önemlisi, neden özellikle Avrupa’da yaşayan 6 milyona yakın Türkiye kökenli insanı hakkıyla bilgilendirmedi? Kampanyalar düzenleyip insanların önlem almasına fırsat hazırlamadı? Bir du şu var: İmzayı atmasına rağmen, “İslami iktidar” bu anlaşmayı uygulamaya sokmasaydı, yani Türkiye kökenli insanların Türkiye’deki finansal bağlantılarıyla ilgili bilgileri Almanya başta olmak üzere Avrupa ve dünyanın metropollerine otomatikman aktarma sorumluluğunu reddetseydi, ne olurdu?
YALIN GERÇEK: SERVET AKTARIM KANALLARI KAPANMAMALI
Ankara’nın, kendisini destekleyen milyorlarca insanı resmen satmasına neden olan “yalın gerçek”, bu sorunun yanıtında yatıyor ve biz bunu Yeni Posta’da daha önce de işledik. Yineleyelim: Muhtemelen Türkiye ve egemenlerinin dünya finans sistemiyle bağları kesintiye uğrardı. AKP “ricali” dünyaya para çıkaramazdı, dünyadan para getiremezdi. Mal ve servet aktarımı dururdu. Finansal kanalların mutlaka açık durması, servet aktarımının önünde engel kalmaması gerekiyordu demek ki. Ankara, işte bunu göze alamadı. Fakat kendi kitle tabanını, en azından Avrupa’da, tümüyle kaybetmeyi göze alabildi.
Bu nasıl bir korkudur ve arkasında nasıl bir “servet” yatmaktadır? Yakında ortaya çıkacaktır.
Dünya sisteminden kopan Türkiye finans dünyasının, isteyen ekonomi dünyası diye de genişletebilir, Rusya ve İran gibi ambargolu finans sistemlerini devreye sokma olasılığı yok. Ankara, bu yolu kesseydi, dünya sistemine kendisine karşı tavır alacağını ve kanalları tamamen kapatacağını biliyordu. Zaten anlaşmalar bunun için var: Ankara yönetimiyle onunla bağlantılı tüm sermaye ve bürokrasi çevreleri, birikimlerini ve dış ülkelerle ilişkilerini kesmek zorunda kalacaktı.
Bunun anlamı ne mi?
Bunun anlamı, Türkiye’deki egemenlerin, AKP kadrolarının, ekonomiden siyasetin en ücra köşelerine kadar geniş bir çevrede, dünya finans sisteminin dışında kalmaları ve “söğüşledikleri serveti” dünya sisteminin güvenilir limanlarına gönderemez, oralarla finansal ilişki kuramaz olacakları için milyonlarca seçmenini “okkanın altına itme” hesabıdır. Mektupların gelmeye başladığı belirtiliyor. Alman vergi daireleri, öncelikle kuşkulandıkları isimlere muhtemelen bu çağrı ve soruşturma mektuplarını gönderiyor olmalı. Bunun bu sınırlı sayıyla kalmayacağı anlaşılıyor. Berlin, özellikle denetim dışı kalan milyarlarca avronun izini tümüyle yitirmek mi istemiyor ve şeriatçı güçlerin terörist eylemlerini bu yollardan finanse etmesine engel mi olmaya çalışıyor?
Ankara’daki iktidarın bu tutumu, sadece Almanya’da yaşayan 3 milyondan fazla Türkiye kökenli insanı, Türkiye’deki akrabalarıyla birlikte en az 5-6 milyon insanı, yerle bir edebilecek bir şiddet içeriyor. Bunun Hollanda’sı, Belçika’sı, İsviçre’si vs. de var. AKP’nin tabanı güneş görmüş kartopuna benzeyecektir birkaç ay içinde, eğer bu “sorgu kağıtları” yağmur gibi adreslere yağmaya başlarsa…
Kilit soru da işte orada: Neden AKP bu riski aldı? Kendi tabanını tümüyle kaybedecek olmasına rağmen , neden bu adımı atma gereği duydu. Dünya finans kanallarının kendisine kapatılmasından mı korkuyordu? Aynen öyle.
AKP özellikle bu soruşturma dalgası veya “tasdikname talebi” birdenbire her “Türkiye ile bağlantılı haneye” yayılırsa, kısa tarihinin en büyük bir destek erimesini yaşayacaktır. Alman makamlarının da bu soruşturma mektuplarıyla ülkedeki sosyal barışı tehlikeye düşürecek bir girişimde ısrarlı olabilecekleri gözleniyor. Türkiye kökenli toplum, kendi temsilcilerini bulursa, ciddi bir tepki örgütleyebilir. Mümkündür.
Fakat Federal Almanya, Erdoğan iktidarının altını oymak için de bu tasdikname işinin altını besleyebilir. Yakında her Türk’ün adresine böyle bir belge gelirse, isterseniz yanıtlamayın veya yanlış bilgi verin, başınız her durumda beladadır veya başınızın üzerinde bir “tasdikname” kılıcı sallanıyordur. Avrupa’daki Türk komünitesi içinde en büyük parti konumundaki AKP, bu olay geliştikçe, evlere Alman ve diğer AB ülkelerinin vergi dairelerinden soruşturma belgeleri geldikçe, ilk sandıkta yüzde 10’ları bile bulamaz ve 2001’deki Ecevit-DSP sendromunu yaşabilir. Yüzde 1-2’lerde bir destekle karşılaşabilir.
Bu vazgeçişe Türkiye’nin “alternatif politikacıları” bir yanıt bulmayı, en azından ucundan tutmayı düşünüyor mu acaba? CHP milletvekili Utku Çakırözer dışında bu işi ciddiye alanı pek göremedik. Oradan da bir tepki örgütlenebilmiş değil. AKP sözcüleri ise yasak savma kabilinden açıklamalar yapmakla yetindiler.
ALMANYA BUNA NEDEN GEREK DUYDU?
Fakat galiba ikinci önemli sorun, Alman siyasetinin buna neden gerek duyduğudur. Terör korkusu bir gerekçe olarak savunulabilir. Terörün arkasındaki finans kanalları araştırılıyor herhalde. Ama 3 milyonluk bir kitleyi böyle tedirgin etmenin arkasında, bir de, korkunç bir aşağılama yatmıyor mu? Neden 60 yıl sonra böyle bir uygulamaya gerek duyuluyor? Berlin, bu tutumu ve gerekçelerini, 60 yılın sonundaki bu kaotik tutumu açıklama ihtiyacı bile duymuyor. Demek ki, bilmiyorlar veya ilgilenme gereği de duymuyorlar? Bu ülke nüfusunun önemli bir kesiminin nasıl bir tehdit altında yaşadığını/yaşayacağını önemsemiyorlar. Ortada refah şovenizminin tetiklediği bir aşağılama var. Bunu gündeme getirmeyecek de Türkçe medya, neyi getirecek?
Bununla bağlantılı en önemli sorun şu: Türkiye kökenli (“Türkçeli”) geniş bir siyasetçi grubu var Batı Avrupa’da. Özellikle de Federal Almanya’da. Onlar neden ortalığı ayağa kaldırmadılar veya kaldırmıyorlar? Alman yönetici sınıfını neden uyarmıyorlar? Bu kadar mı kopmuş durumdalar Türkiye’den ve insanlarımızdan? Türkiye deyince, akıllarına, sadece “diktatörlük, tek adam rejimi” vs. mi geliyor? Ezberleri mi bozulur bu “küçük işlerle” de ilgilenirlerse, bu aşağılamayı reddederlerse?
Bu aşağılamanın gündemde tutulması gerek.
Özellikle muhalif geçinen, ama “tuzu kuru Türkiyeli çevrelere” hatırlatalım: Bu yoksul ve çalışkan Türkçeli insanların yüzü suyu hürmetine bir yerlere geldiniz. Bu insanların sıradan sorunlarıyla ilgilenmeyi ne zaman gündeminize alacaksınız? Hadi Türk parlamentosunu bıraktık, oradaki “muhalifler” böyle bir şeyi, belki bir istisnayla, duymamış gibiler. Ya Alman parlamentolarında ve diğer Batı Avrupa parlamentolarında durum ne?
61’inci yılındayız bir öykünün: Çok çirkin bir kambiyo farkının üzerinde, milyonlarca namuslu insan hayatlar kurdu, çocuklar yetiştirdi. Şimdi içlerinden birkaç yüz üçkağıtçı çıktı diye tüm yaşamları sigaya çekiliyor. Ömürleri lanetleniyor, yaptıkları her şeyin altında bir bityeniği aranıyor. Potansiyel üçkağıtçılar olarak yaşamalarına izin verildiği hatırlatılıyor. Tasdikname isteniyor kendilerinden…
Çirkin, çok çirkin. Ama çok daha çirkin zamanlara gidiyoruz galiba…
YENİ POSTA – FRANKFURT/STUTTGART