Göçün 60 yılı ve kadınlar: Türkiye’den geldiler, bütün zorlukları katmerli yaşadılar
Federal Almanya, birinci dünya savaşı öncesinden bu yana “yabancı” işçilere ihtiyaç duymuş ve bu ihtiyacı karşılamak üzere; Polonya’dan Türkiye’ye kadar onlarca ülkeden çalıştırılmak üzere işçiler getirmişti. Bunların arasında kadınlar da vardı.
Türkiyeli işçilerin Federal Almanya’ya gelişlerinin 60’ıncı yılında bir kez daha göçmen işçiler konulu etkinlikler, tartışmalar ve yazılar ile göçmenlik olgusu gündemde. Bu, önemli bir sorun. Her nedense, göçmen işçilik denilince ilk elde akla gelen, üzerine uzun uzun söylevler verilen erkek işçiler olmakta.
[ngg src=”galleries” ids=”38″ display=”basic_imagebrowser”]Kuşkusuz ilk yıllarda Türkiye’den göç eden işçilerin çoğunluğu erkek işçilerden oluşuyordu.
“1961’de iki devlet arasındaki resmi anlaşması öncesinde Almanya’da çalışma iznine sahip kadın işçilerin sayısı 173. Bölükler halinde işçiler getirilmeye başladıktan sonra 1974’e gelindiğinde kadın işçilerin sayısı 159 bin 984.” (Bitmeyen Göç/Nermin Abadan Unat)
Hasbelkader o yıllarda kendi başına Almanya’ya gelmiş, kent kültürüne, belli düzeyde bir bilince sahip olan kadın işçiler ve köylük yerlerden kopup gelenler, hayatın bütün alanlarında büyük fedakârlıklar yaparak, en olmadık zorluklara katlanarak bugünlere geldiler.
Bugün, yetersiz de olsa belli bir düzeyde işçi-emekçi ve genel olarak göçmen kadınlardan söz ediliyorsa, bilmeliyiz ki “kadınların fendi erkekleri yendi”. Buna rağmen, sürekli eril bir dil kullanmak, ikinci plana itilmek ve sanki kadınların değişmez/değiştirilemez kaderiymiş gibi gösterilmesi günümüz dünyasında kabullenilemez.
FABRİKA HAYATINDA KADINLAR
Göçün ilk yıllarında gelen kadınlar için fabrika hayatı, erkek işçilerle güle oynaya çalışma ve üretime doğrudan müdahil olmanın beraberinde getirmiş olduğu bir özgüven söz konusuydu. Geldikleri ülkenin tutucu yapı ve gelenekleri hayatın gerçeklikleri/zorunlulukları karşısında tuzla buz olmaya başlıyordu.
Binlerce kişinin kart basarak girdiği kapıda içeri adım atma, aynı ustabaşında azar işitme, banda parça yetiştirme, verilen her işi yapma, itiraz ettiğinde ise yurtdışı edilme tehdidi, sendikaya üye olma ve erkek işçilerle kol kola greve çıkarak hakkını arama işçi kadınların da dünyası olmuştu.
Daha güzel bir hayat ve başkaca hayaller peşinde koşan kadınlar için fabrika veya iş hayatı değişimin ilk adımları olarak kendini gösteriyordu.
Tekstil, kimya, elektronik, plastik ve gıda gibi işkollarında sayıları küçümsenmeyecek kadar işçi kadın doğrudan üretim sürecine dahil oldu. Böylece, doğrudan işçi olarak getirilen kadın veya aile birleşimiyle gelen kadınlar, bu yıllarda kendi gücünü gördü, kendine güvenmeye başladı. Bütün bunlar bilince dönüştü.
Kadınlar sınıf kardeşliğini yaşamaya/tanımaya başladı. Bire bir sohbetlerden toplamış olduğumuz belgelerde bu gerçeklik belirgin şekilde görülmekte.
“19 yaşında genç bir kız iken Karabük Demir Çelik İşletmesinde işbaşı yapmıştım. Demem o ki, Almanya’ya gelmeden önce benim belli düzeyde işçilik hayatım vardı“ diyordu göç çalışması sürecinde birkaç tez buluşup uzun uzun konuştuğumuz birinci kuşak kadın işçilerden Nuran ve ekliyordu. “Onun için buralarda çok fazla zorluk çekmedim.”
Bir tekstil firmasında çalışan Gülbahar ise şunları söylüyordu: “Fabrikanın yarıya yakını kadın işçiydi. Orada çalışırken gücümüzün farkına vardık. Sendikamızın çağrılarına kulak vererek haklarımız için direndik. Ancak tekstil işkolu bir bir kapandı ve bizler de kapı dışarı edildik. Sonra iş bulmada zorlandım. Çocuklar da olunca ek ve güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kaldım. Her şeye rağmen fabrika günlerimin hayatımda apayrı bir yeri var.”
ÇOK YÖNLÜ BASKI VE ENGELLER
Türkiye gibi bir ülkeden, dünyanın en ileri, en modern ülkesine gelen kadınlar için her şey güllük gülistanlık değildi. Göçmen olmanın zorluklarını iliklerine kadar yaşayan kadınlar, bu yetmezmiş gibi bir de Türkiyeli erkek işçilerin baskı ve tehditleriyle karşılaşıyordu.
1960’lı yıllarda sonraki gazete arşivi taramamızda karşılaştığımız bir yazı dizisi işçi kadınların karşı karşıya zorlukları çok güzel tarif ediyor:
“Erkek işçiler, kızların Alman veya diğer milletlere mensup erkeklerle eğlenmelerine tahammül edemiyor. Akşam saat 20’den itibaren eğlence yerlerini kontrole çıkıyor. Böyle bir durumda kadın işçiler kendi aralarında anlaşarak VEBA geldi diye haber ederler.”
Böylesine gayriinsani yaklaşımlara kadın işçiler ödün vermemişler. Elimizdeki onlarca belge niteliğindeki fotoğraf, modern giyimli kadınlar, piknikte bira şişesi tokuşturanlar ve hayatını kurarken önce kimliğine değil insanlığını önemli saymalar öyküleri hayretler içinde dinledik.
1962’de Eskişehir den Almanya’ya gelen Lütfiye’nin anlattığı: “1978 yılında kızım bir Alman ile evlendi diye babası bir ay eve gelmedi. Zira komşu ve tanıdıklar, siz nasıl Türksünüz, nasıl Müslümansınız kızınızın Alman ile evlenmesine nasıl izin veriyorsunuz diye tenkit ettiler. Ne ki, ikinci kızım da bir Alman ile evledi. Her iki kızım da çok mutlular. Üçüncü kızım Türk ile evlendi. Ama en iyisi ben bir şey demeyim.” Bu sözler değişimin zorluklarını çok iyi gösteriyor.
Federal Almanya’da göçmen kadınlar denilince bütünüyle olmasa da Müslüman ülkelerden gelen başörtülü/peçeli ve moderniteye uzak oldukları gibi bir önyargı sözkonusu. Bunda son yılların Türkiye kaynaklı (AKP) politikalarının tutumunun payı az değil. Bu ülkede yaşayan bütün kadın işçi ve emekçilerin sorunları ortak olduğu gerçekliği unutturularak önyargılar üzerinde bölünmüşlük propagandası yapılıyor.
Yine, göçmen kadın denilince ek işleri yetiştirmek için koşturmaca hayat sürdürenler dikkat çekiyor. Toplumsal hayattaki değişimler çoğu zaman görülmezden geliniyor. Bugün, ne güzel ki, Almanya’nın ikinci yurt olarak görülmesiyle birlikte göçmen kadınlar ek gelir sağlayanlar olmaktan çıkmaya başladılar.
Birinci kuşaktan işçi kadınlar büyük zorluklar yaşayarak, değişimin güzel örneklerini göstererek tüm birikimini genç kuşak kadınlara bıraktı.
GELİŞMENİN YÖNÜNÜ TUTAN GENÇ KADINLAR
İşçi göçünün 60 yılı geride kaldı. Deney ve tercübelerle dolu bu yıllarda sayısız göçmen kadın, toplumsal hayatın bütün alanlarında kendinde başarıyla söz ettirmeyi başardı. Kadınlar için özgürlüğe doğru atılmış bir adım olan göçmenlik olgusu şimdilerde yerini başka şeylere bırakıyor.
Burada doğmuş, burada okumuş, meslek öğrenmiş yeni nesillerin umutları Almanya topraklarında yeşerdi. “Türkiye mi, Almanya mı?” ikilemi çok gerilerde kaldı denilebilir. Üçüncü ve dördüncü kuşaktan göçmen kadınlar büyük bir potansiyeli ifade ediyorlar.
Dün olduğu gibi, bugün de sürekli kendini aşmayı iş edinmiş, parçası olduğu toplumu iyi tanımayı, gelişme yönünü görerek hayata tutunmaya çalışan genç nesilden kadınlara olanak sunulduğunda neler yapabileceklerine gururla tanık oluyoruz.
Nihayetinde hayat göçmen kadınlara dirayetli ve yürekli olmayı öğretti. 60 yıl önce başlayan göç ile yaşamında ne kadar zorluk ve acı var idiyse onları kocaman yüreklerine istifleyen göçmen kadınlar için ne söylense, ne yazılsa az gelir…
ALİ ÇARMAN- STUTTGART