Fatih Akın acaba “1973 Köln-Ford grevini” anlatabilir mi?
Daha doğrusu anlatmaya gücü yeter mi? Böyle sormak gerek.
Fatih Akın’dan aydın çıkarmaya meraklı olan varsa, ki sayıları az değil, Almanya’ya doluşmuş Türkçeliler arasında elini sallasan aydına çarpacağına inanan varsa, neden olmasın? Anlatabilir. Öyle mi gerçekten?
Burada yaşayan 3,2 milyonu aşkın Türkiye kökenli insandan kaçı, acaba bundan tam 50 yıl önce yaşanan ve dönemin Alman başkenti Bonn’daki siyaset sınıfını, hatta “demokrat sendikacılarını” birkaç gece bile olsa kâbus görmeye iten “vahşi grevi” anlamaya ve anlatmaya kalktı bugüne kadar?
Herhangi bir entelektüel değeri olmayan, sadece “Türkiye 1923”e duyduğu nefretle bir yerlere gelmeyi başaran Taner Akçam gibi sol düşmanı “anomalist” bir karikatürün sağa sola serpiştirdiklerini “yiyerek” aydın olunabileceğini sanan ve aramızdan erken ayrılan Doğan Akhanlı, eski bir anısında ilginç ipuçları veriyordu aslında. (https://tr.boell.org/tr/2021/11/10/babam-adimi-ford-koymustu)
Ama kendisi dahil, bu müthiş olayın insanlarıyla ve iki toplumdaki etkileriyle layıkıyla ilgilenen çıkmadı.
Sadece birkaç gün önce Duygu Kaya’nın Almanya’daki tek günlük komünist gazete Junge Welt’te çıkan gerçekten değerli/kapsamlı bir analizinde, meselenin ne kadar derinlerde olduğuna yönelik bir takım sinyaller verildi.
Belki kadınlar çok daha duyarlı ve açık fikirli olduğu için buna eğildi Duygu Kaya ve yazısında 1973’ün ucundan günümüzdeki Gorillas “yasa dışı grevine” uzanması mümkün sinyallere dikkat çekti. Ama bir boşluğa düştü bulguları.
BUNLAR AYDIN DEĞİL! NEDEN Mİ?
Fatih Akın elbette yarım asır önceki olayı veya insanlarını filme çekebilir. Bu arada bir şöhrete kavuştuğu için filmi “gişe de yapabilir”. Ama Fatih Akın türünün Türkiye ile ilgili bir meseleyi ve Almanya’yı anlayabildiğine ve anlatabildiğine dair herhangi bir ürüne rastlayan var mı?
Merak duyan, bunu insani eşitlik sorumluluğuyla yapan, aklını mutlaka geliştirmeye kararlı, sevdiğini acımasızca eleştirebilenlerin işi bu. Aydın, konusunu sevebilen ve entelektüel bir aşkınlık için zor da kullanabilen, kendisine hazır çorba olarak sunulanlara burun kıvıran insana verdiğimiz bir isimdir. Aydın sevgisinden söz ediyoruz. Paralı askerlerden değil.
Berlin veya Paris ya da Londra-Brüksel… Buralar hangi sakızın çiğnenmesini istiyorsa onu sanat diye çiğneyenlerden yeni yollar açabilen aydınlar çıkmasını kimse beklemesin.
Türk İslamcılarının ve Türkçü faşistlerin dümen suyunda sanatsal bir yükseliş olmaz elbette, ama emperyal demokrasilerin aşağılamalarını gerçek tarih diye bize yutturmaya kalkanlardan da sanatsal bir sıçrama beklenemez. Düşünceye ve sanata yeni ufuklar açan, insanın eşitlik mücadelesine, özgürleşme mücadelesine yeni olanaklar taşıyan, kısacası insanı zenginleştirecek parkurlar kurgulayabilen korkusuz aydınlar çıkmıyor artık burada. Çıkıyor mu? Her yerde soykırım keşfeden, böylece tarihin en büyük soykırımı olan Sovyetler Birliği’nin imhasını (27 milyonun üzerinde ölü ve 60 milyona yakın sakat) gerçekleştiren nazizme ortak üretip duran demokratlardan aydın mı çıkar?
Fatih Akın veya Shermin Langhoff ya da Can Dündar tipi bir sürü kullanışlı ve hiçbir katma değer yaratmadan bir dağıtım deposu veya bekçisi işlevindeki acentalar, islamofaşist gericiliği bahane göstererek, Türkiye ve cumhuriyeti -kendi ölçüleri içinde- “anomali” ilan ederek bu işlerden ekmek yiyor.
Bazıları iyi yiyor.
Bunlar için Türkiye’nin de, Almanya’nın da, Almanya’ya milyonlarca Türkçelinin de, bu ülkeleri hakkını vererek ve eşitlikçi-özgürlükçü bir doğrultuda düzeltmeye kalkanların da fazla bir önemi yoktur.
Fatih Akın, 1973’ü, Ford grevini veya Baha Targün’ü ne bilir? Bilmez. Bilse anlamaz. Anlasa yanlış anlar ve -asıl acısı- hep yanlış anlatır. Fatih Akınlar, böyle…
Yahu bunlar, burada da 1980’lerin başında korkunç işlere bulaştığı söylenen Papa suikastı “kahramanı” Mehmet Ali Ağca ve ekibinin işleriyle ilgili etkili bir roman, film, oyun vs. yaptı mı 40 şu kadar yıldır? Bu konuda çok etkili iki kitap yazan ve ömrünün sonunda Offenbach’taki bir bakımevinde alzheimer ile mücadele eden Valeska von Roques’un o kitaplarından hareketle bir oyun sahnelenemez miydi, bir film yapılamaz mıydı, bir roman yazılamaz mıydı? Bunu o kitaplardan birinin Türkçeye çevrilmesine aracı olmuş, Cumhuriyet’te birkaç kez haber yapmış biri olarak yazıyorum.
EZİYETTEN AYDIN ÇIKMAZ!
Büyük eziyet gördü Doğan Akhanlılar, doğru. Affedilir gibi değil Akhanlı ve kuşağına yapılanlar… Ama eziyet gördüler diye onlardan veya onların sırtından bir yerlere gelebileceğini düşünen Fatih Akın türü teknokratlardan fazla bir şey beklemeyelim.
Hiçbir şey yapmadılar. Belki de yapamadılar, haklarını yemeyelim. Para ve ün getirmeyen işlere bulaşmayacak kadar tilkiydiler ve tilkidirler. Türkiye’nin 1923’ten itibaren bir anomali olduğunu sanat diye pazarlayanlar, gerçek bilgiye yaklaşamadılar.
Türkiye’de ve Almanya Avrupası’nda aydın öldüğü için, teknokrat da aydından çok başka bir şey olduğundan, ortaya atacakları ürünleri fazla ciddiye almayalım.
Galiba yeni gelecek kuşaklar, çok dilli ve hem Türkiye’yi hem de Almanya’yı coğrafyasıyla, tarihiyle ve tüm müktesebatıyla ciddiye alacak, aşkın/eşitlikçi/özgürleştirici bir toplumsal sistem önermekten, dolayısıyla yalnız bırakılmaktan korkmayan isimler bu işlere yeniden eğilmek zorunda kalacak.
Peki, Ukrayna bahanesiyle Rusya’ya Ukrayna bayrağı altında savaş açabilen “demokrat teknokratlardan” bir şey çıkar mı? Egemen propagandanın tersini düşünen, o toprakların ve tarihin bambaşka bir gelişim süreci olduğunu, savaşın derhal engellenmesi gerektiğini alenen açıklayıp risk alabilenler var mı?
Hiç yok değil.
Oraya geldik.
Burada aydın diye toplaşan antifaşist Türklerden ve Kürtlerden, acaba Oskar Lafontaine’in veya Sahra Wagenknecht’in kitaplarını okuyup sahip çıkan var mı? Sosyalistler veya komünisitlerden söz etmiyoruz. Hangi sosyal demokrat bugüne kadar Oskar Lafontaine’i Türkiye sosyal demokrasisi içinde gündeme getirdi? Sahra Wagenknecht’in direncini yedeğe alıp Türkçede hadise çıkaran birine rastladınız mı hiç? Bir yanıyla Sevim Dağdelen hatırlatılabilir. Ama Dağdelen’in Türkiye’deki cumhuriyet tarihi ve cumhuriyetçiliğin Anadolu’daki değeri/anlamı konusunda doğru bilgi sahibi olduğunu kim iddia edebilir? Baltayı sık sık taşa vurduğunu biz mi hatırlatalım? Cumhuriyetin Ermeni katliamındaki suçu nedeniyle de Osmanlı hanedanını tarihin çöplüğüne gönderdiğini, 1923’ün sömürgen sülaleyi bir de o “fazahat” nedeniyle Türkiye’den kovan bir demokratik hareket olduğunu, bırakın söyleyebilmeye, dinlemeye cesareti olan var mı?
Ya da şöyle soralım: 43’üncü yılına girdiğimiz 12 Eylül’ün arkasında Bonn’un ve SPD hükümetlerinin de ciddi payı olduğunu tartışmaya açabilecek biri çıktı mı buradaki “Almancı ve etkili” siyasetçiler içinden?
ALMANYASIZ TÜRKİYE VAR MIDIR?
Türkiye’de Berlin başta olmak üzere AB’nin yardımıyla 21 yıldır iktidarda kalabilen bir islamcı otoriter rejimin kendi başına oralara gelmediğini, olayın arka planında ABD’den çok ve önce Avrupa Almanyası’nın da olduğunu, 1923’ün büyük bir devrime karşılık geldiğini, sonra imha edildiğini ve ondan çok daha ilerisinin yaratılabileceğini hem Türkçe hem de Almanca söyleyebilecek, bunun kavgasını verebilecek ve hadise çıkarabilecek aydınlar varsa Almanya Avrupası’nda, haber verin, kendileriyle hemen bir söyleşi gerçekleştirelim.
Fatih Akınlardan aydın falan çıkmaz.
Burada iki dilde okuyup yazdığını sanan teknokratlardan, Türkiye ve cumhuriyet devrimlerinden nefret etmeyi meslek edinmişlerden aydın falan çıkmaz. Türk faşizmini bahane sayıp cumhuriyet devrimlerinden “soykırım cumhuriyeti” imal etmeye çalışanlardan, Türkiye’nin önemini Türk islamofaşistlerine bırakanlardan kimse aydın beklemesin. Ünlüyse, ödül ve maaş alıyorsa, sorumluluk veriliyorsa, onlardan ümidi kesin. Aydın kimliği ve tanımı adına, ümidi kesin.
Aydın yoksa, “bizim ünlülerimiz” bu olaylarla ne zaman ilgilenir acaba? Misal: 1973’te Köln’deki Ford fabrikasındaki parlayıp sönen yasadışı grev veya toplumsal yaşamda tamamen -nedense- sütre gerisine kaçmış ve 3 yıl önce ölmüş bir Baha Targün’ün yaşadıkları para getirirse eğer, ilgilenir bu “ünlüler”.
Baha Targünleri anlayıp anlatabilecek insanlar nerede, diye sorma hakkımız var.
Bunları ünlü grevin 40’ıncı yılı nedeniyle Türkiye’deki bir sol gazetede (“soL”) tam sayfa olarak, Targün’ün fotolarıyla bu grevin ve Baha Targün’ün rolünü anlatmaya çalışan bir “gazeteci-yazar” olarak yazıyorum.
Ortada şimdilik böyle bir “insan tipi” bulunmuyor, deme hakkımız var…
Yahu doğru dürüst Türkçe gazete, radyo veya televizyon kanalı bile yok milyonlarca Türkçeli insanın yaşadığı şu topraklarda. Olanların da aydına yakışır bir yanı yok. Türkçeyi gömüyorlar. Gömenler de başta Türkler…
Özetin özeti: Fatih Akınlar uzak dursun, biz yeni kuşakları, belki de Godot’yu beklemeye devam edelim, daha iyi.
OSMAN ÇUTSAY – FRANKFURT
FOTO: Von Paul Katzenberger – Eigenes Werk, CC BY-SA 4.0, https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=82502417