Faşistler, parlamento ve normalimiz: Bugün ses çıkarmazsak yarın ağzımızı açtığımızda…
Ukrayna’da ortaya çıkan acı gerçek şudur: İkinci Dünya Savaşı ardından kurulan emperyalist hiyerarşide taşlar yerinden oynuyor. Yeni güçler dünya çapında paylaşımda söz sahibi olmaya başlarken, çıkar çatışması da şiddetleniyor. Göründüğü kadarıyla, bu çatışma artık sadece periferide darbeler, bölgesel savaşlar ve içsavaşlarla sürdürülebilir olmaktan çıkıyor.
Bir zamanlar üzerinde konuşuluyordu, şimdilerde bahsini eden neredeyse kalmadı: Avrupa’da sağ güçlenirken, faşizm de salonlarda kabul görmeye, yasal partiler olarak boy vermeye, parlamentolarda sandalye kapmaya başlamıştı. Almanya’da örneğin, neo-naziler artık deklase elemanlardan oluşan, bir ayağı illegal örgütlerdeki dazlaklardan ibaret değil. Faşist ideoloji epey bir süredir kimi kendisini gizli tutan sermaye çevrelerinden ciddi parasal destekler alan partilerin, takım elbiseleri ve kravatlarını kuşanmış politikacılarıyla temsil ediliyor.
Bunların demagojik argümanları medyada da geniş yer buluyor. Neo-faşistler Batı’da siyasi hedeflerini bu ideolojiden esinlenerek saptayıp, propagandalarında da faşizmin tipik yöntemlerine başvururken faşist olduklarını gizlemeye özen gösteriyor, hatta ısrarla inkâr ediyorlar. Fakat bunlar Doğu Avrupa’da açıktan kendilerini gösterme cesaretine kavuştular. Karanlık tarihlerini resmi olarak yeni baştan yazarken Nazi işbirlikçilerinden ulusal kahramanlar yaratarak, onların heykellerini dikerek ortalıkta dolaşmakla kalmadılar, kimi yerde darbe yapmaya giriştiler, iktidara tırmandılar, devleti ele geçirdiler. Kısacası, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Batılı işgal güçlerinin toleranslı bakışları altında, bir kısmı Avrupa devletlerinin çeşitli kademelerindeki yerlerini muhafaza eden, kısmen de yeraltına çekilen, dahası, bazı kollarını da NATO’nun özel olarak örgütlediği faşistler, yine ortalığa yayıldılar.
Demem o ki, son yıllarda, özellikle Avrupa solunun içinde çabalamakta olduğu su, yavaş yavaş, kurbağa misali çoklarını alıştıra alıştıra ısıtılmakta. Eline on milyonlarca insanın kanı bulaşmış, yakın tarihin en büyük insanlık suçlarının faili faşistlerin ellerini kollarını sallayarak ortalıkta dolaşıp, siyaset meydanında laf eder hale gelmesi “demokrasinin gereği“ olarak görülmeye başladı; “normalimiz“ haline geldi.
DARBELER DÜZENLEMEK, DEVLETLERİ İŞGAL ETMEK NORMAL Mİ?
Öte yandan açıkça izliyoruz: İkinci Dünya Savaşı ardından kurulan emperyalist hiyerarşide taşlar yerinden oynuyor. Yeni güçler dünya çapında paylaşımda söz sahibi olmaya başlarken çıkar çatışması da şiddetleniyor. Göründüğü kadarıyla bu çatışma artık periferide darbeler, bölgesel savaşlar ve içsavaşlarla sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Büyük güçlerin doğrudan askersel olarak karşı karşıya gelme olasılığı artıyor. Bu durum dünyanın büyük kısmını ateşler içinde bırakarak büyük bir felakete yol açacak bir savaş tehlikesine yaklaştığımızı da düşündürüyor.
Nitekim, Rusya‘nın Ukrayna’ya müdahalesiyle birlikte buna işaret eden göstergeler daha da netlik kazanmaya başladı. Ortalıkta dolaştırılan demagojilere, diplomatik laf salatasına aldanmamak gerekir. Ortada apaçık bir durum var: Amerika Birleşik Devletleri ve şimdilik yedeğinde tuttuğu diğer emperyalist odaklar, ablukaları altındaki irili ufaklı ülkelerle birlikte ardı ardına, çok çeşitli alanlarda sıraladıkları yaptırım kararlarıyla Rusya’ya bir tür “dünya çapında savaş“ ilan etmiş oldular.
Dahası, bu devletler dünya çapında ilan ettikleri ambargolarla salt Rusya Federasyonu’nun ülkeler arası ticaret ve sermaye hareketlerini engellemekle yetinmiyorlar. Kapitalizmin tartışmasız en yüce kutsalına, çoğu ülke anayasasında dokunulmazlığını garanti altına aldıkları özel sermayeye de el uzatıyorlar. Rus milyarderlerin dünya bankalarındaki servetlerini bloke ediyorlar. O durmadan övündükleri ve kıskançlıkla -yeri geldiğinde silah ve şiddetle- savundukları sözde “özgür girişim” ilkesini hiçe sayarak, Rusları her türlü ticari faaliyetten men etmeye girişiyorlar. (Rus milyarderlerin serveti üzerine tasalanmak bana düşmez. Bunu not etmekteki amacım, emperyalistlerin yeri geldiğinde kendi kutsallarını da ayaklar altına almaktan çekinmediklerini örneklemekti.)
Eh, aslına bakılırsa, bütün bunlarda da olağanüstü bir şey yok. ABD bugüne dek birçok ülkeye ambargo uygulamadı mı? Çoğu emperyalist ülkeler de onun peşinden gitmediler, gitmiyorlar mı? Bu tür ambargolar -örneğin Küba’ya karşı- inatla sürdürülmüyor mu? Bu ambargolar on binlerce insanın açlıktan, ilaçsızlıktan ölmesine neden olurken dünya kamuoyu kafasına uyku gözlükleri geçirip, uyur gibi yapmadı mı? (Kanıma dokunuyor ve her seferinde değinmeden geçemiyorum: Aklını yitirmiş kimi sol çevreler de, liberal döküntülerle birlik olup, açıktan insanlık suçu olan bu girişimlere alkış tutmadılar mı?)
Kısacası, emperyalizmin dünyanın birçok köşesinde insanlığı sürüklendiği savaş halini de artık doğal karşılar olduk. Savaşlar ve içsavaşlar da çoktan bir başka “normalimiz“ haline gelmiş bulunuyor!
SIRA NEYİN NORMAL HALE GETİRİLMESİNE GELDİ?
Böylesi ortamlarda ırkçılık, milliyetçilik ve faşizmin daha da hızla beslendiğini, serpilip geliştirildiğini de biliyoruz. Düzenin sahipleri arasındaki çıkar çelişkilerinde rekabet zora, zor da silahlı çatışmaya evrildiğinde, mermilere yem olarak öne sürecekleri yığınlar başka nasıl derlenebilir ki? Sadece bu da değil; savaş halinde canla başla çalışacak, savaş için zırhlı araçlar, silah, mermi, üniforma, postal vb. üretecek; kendi yemeğinden feragat ederek cephedeki askeri besleyecek halk yığınları da işin olmazsa olmazıdır.
Dahası da var: Günümüzdeki savaşlar cepheleri değil, tüm ülke sathını kapsamakta. Yığınsal imha silahları sınır ötesi kentleri vurmakta, çoluk çocuk ayırt etmekizin sivilleri de kurban etmekte. Öyleyse, savaşla sadece küçük bir azınlığın değil, tüm “ulusun” çıkarlarının savunulduğuna inanan, düzenin hâkimlerinin düşman ilan ettiklerini aynı zamanda kendisinin de can düşmanı olduğunu belleyen, böylece cephe gerisinde de ölmeye gönüllükle katlanan yığınlar üretmek de şart oluyor.
İşte bütün bunlar için şimdi sırada faşist, ırkçı ve milliyetçi düşüncelerin “en geniş yığınların normali” haline getirilmesi var.
Nitekim bunun da belirtileri boy veriyor. NATO’nun kışkırtılarına, Ukrayna’da faşistlerin icraatlarına, örneğin Ukrayna’da Rus azınlıktan binlercesinin katledilmesine, Rus kökenlilerin seçme ve seçilme haklarının ayaklar altına alınmasına seyirci kalanlar, birdenbire insan hakları savunuculuğuna soyundular. Uluslararası hukuktan dem vurmaya başladılar. Savaş karşıtı kesildiler. Dikkatli bakan ve dinleyen, okuduklarını ve duyduklarını akıl süzgecinden geçiren herkes, aslında yapılanın barış özlemiyle değil, milliyetçi kışkırtmalarla dolu olduğunu anlayabilir.
RUS DÜŞMANLIĞI DA MI “NORMALİMİZ” HALİNE GELİYOR?
Bunun doğrudan sonuçlarını da almıyor değiller. Nitekim bir takım kurumlar ve kişiler kursaklarında sakladıkları, milliyetçi, faşizan düşünceleri bir bir kusmaya başladılar. Örnekler çoğalıyor: İngiltere’de gazeteci geçinen, insanlıktan nasibini almamış birileri Ukrayna’da ölenlerin kara kafalı falan değil de “sarışın mavi gözlü olması” karşısında tasalandığını söylediğinde, birileri de ona anlayış gösterebildi.
Münih Flarmoni Orkestrası’nın dünyaca ünlü Rus şefi, Rusya’nın müdahalesini kınamadığı için, alelacele işinden kovulabildi.
Rus ve Belarus sporcuların 2022 Parolimpik Kış Oyunları’na katılması yasaklanabildi.
Dresden Devlet Sanat Eserleri Arşivi aynı alandaki Rus enstitüleriyle ilişkisini dondururken, Hollanda’daki Ermitaj Amsterdam Müzesi, “Rus Avangardı: Sanatta Devrim” başlıklı sergiyi vaktinden önce kapatarak yapıtları geri gönderme kararı alabildi.
Daha ilginç tepkiler de var: Fransa’da Köpek Yetiştiricleri Federasyonu Rusya’da yetiştirilen köpeklerin 2022 Avrupa Şampiyonası’nda tek bir Rus köpeğinin yarışmasına izin verilmeyeceğini ilan etmiş. Uluslararası Kedi Federasyonu Felin de Rusya’da yetiştirilmiş kedilerin ithalatına, soykütüğüne kaydedilmesine ve gösterilere katılmasına yasak getirmiş.
Kara mizaha dönüşmeye başlayan bu tür girişimleri şiddetle ciddiye almak gerekiyor. Almanya’da kimi orta dereceli okullarda müdürler belli bir saatte Ukrayna için bir dakikalık saygı duruşu düzenlenmesi talimatı veriyorlarmış. Dikkat: Faşizan, ırkçı, milliyetçi düşünceler, kimi ulus ve halklara ya da dinsel inanç sahiplerine karşı nedensiz düşmanlık hisleri insanların bilinçaltına işte böyle adım adım yerleştiriliyor. Şu sıralarda tüm Avrupa’da yapılmak istenen, milliyetçi düşüncelerin yaygınlaştırılarak Rus düşmanlığının geniş kesimlerin “normali“ haline gelmesidir.
BUGÜN SES ÇIKARMAZSAK, YARIN AĞZIMIZI AÇTIĞIMIZDA…
Rusyanın müdahalesine karşı çıkmak mı? Tabii! Ama kötülerden birinin tarafını seçerek değil. Bu savaşın asıl kışkırtıcılarını, ABD’yi, NATO’yu, AB ve onun amiral gemisi Alman emperyalizmini, İngiliz sömürgeciliğinin mirasçılarını falan da göz ardı etmeksizin. Bu savaşların ardında saklanan asıl niyetleri açık ederek, çatışmaları kışkırtan odakların tümünü hedefe koyarak… Rus halkına karşı düşmanlık tohumları serperek değil. Tek tek Ruslardan öcü yaratarak hiç değil!
Körüklenen Rus düşmanlığı karşısında omuz silken, kedi ve köpeklerinin sergilere alınmamasına gülüp geçenler, tarihten ders çıkartmalıdırlar. Bugün ağzımızı kapayıp susarsak, belki yarın kendimizin de içinde olduğu toplumun bazı kesimleri etnik aidiyetleri, dinsel inançları, tenlerinin rengi ve daha bilmem hangi ayrımlar nedeniyle yakalarında bir takım işaretlerle dolaşmaya başladığında ister istemez ağzımızı açacağız: Ağzımızdan acı ve pişmanlık dolu hıçkırıklar dökülürken…
Bugün emperyalizmin saldırganlığına, uzak coğrafyalarda başlattığı savaşlara karşı “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” adamsendeciliğiyle sesimizi yükseltmezsek, yarın belki bizi, eşlerimizi ve çocuklarımızı zorla silah altına alıp, ölmek ve öldürmek üzere cephelere sürdüklerinde ya da tepemize bombalar yağmaya başladığında da ağzımız kendiliğinden açılacak: Ağzımızdan korku dolu haykırışlar yükselirken…
Öyleyse şimdi daha vakit varken…
CEMİL FUAT HENDEK – MAİNZ