Çürüme! Avrupa’da da Ahmet Altan-Ruşen Çakır-Murat Yetkin-Can Dündar gazeteciliği revaçta
Taraf’çı Ahmet Altan en reziliydi: Gençken bazı sol çevrelere bulaşmıştı ve yaşlılığında kendisine benzeyen, biraz eli kalem tutan herkesin palazlanmasını sağladı. Ahmet Altan, Ruşen Çakırların, Can Dündarların, Murat Yetkinlerin, Enis Berberoğlu ve Nuray Mertlerin gerçek babasıdır. Biyolojik olmasa da, “psikolojik dayısıdır”. İslamofaşist ayılarla yatağa girmişti ve yarasız beresiz o yataktan kalkabileceğini sandı. Kemalist Cumhuriyet’in ve reel sosyalizmin amansız fakat çok demokratik düşmanıydı. Ergenekon ve Balyoz kumpaslarına çok hizmeti vardır. İslamofaşist efendilerince hırpalandı, şimdi köşesinde “Sus” emrini yerine getiriyor. Kahramanlaştırılmayı bekliyor. Bu zokayı yutan da az değil. Şimdi bize böyle karikatürlerin karikatürleri gazeteci diye yutturuluyor. Niye?
Kimlikçiler birbirine giriyor. Türkçeyi ve Türkçe gazeteciliği bir ortaçağ çamuruna bulamayı, ortamı kirletmeyi iş sayıyorlar. Korkunç şeyler bunlar…
Bakacak mıyız? Öylece izleyecek miyiz?
Arada bir topa girmek gerek: Neredeyse “doğrudan Batı istihbarat servislerinden para almadıkları için” kendilerine teşekkür edilmesini bekliyorlar. İnanan saf bol ya: “Bağımsız vakıflarca” desteklendiklerini iddia ediyorlar. Yabancı kaynaklardan kara kaşları ve kara gözleri için kendilerine bu olanakların sağlandığına inanarak ve inandırarak gazetecilik yaptıkları zehabına kapılmışlar. Yani birtakım vakıf türü aracı kurumlar aracılığıyla sübvanse edildiklerini gizlemiyorlar, ama kendilerinin gerçek gazeteci olduğunu savunuyorlar. Cazip ve kâzip şöhrettirler. Her şeyleri sahte ve bayağı.
Türkiye’yi bunlar çökertti. Bunlar AKP İslamcılığını ve faşizmini Türkiye’nin başına bela etti. Cumhuriyet, sayelerinde yerle bir edildi. Kıt zekâlı imamlar kitlesine baş oldular, onlar da iktidara yerleşince bunları dövmeye, sofralarını dağıtmaya başladı: Kullanışlı ahmaklar güruhu.
Bunlara “kaynakları hatırlatılınca” yanıtları hazırdır: Faşistsiniz!
Milliyetçiler için yabancı fon tabu değil, onlar da alıyor, ama “beynelmilelciler”, yani kapağı Batı’ya veya Batı fonlarına atanlar için de kendilerine kaynaklarını hatırlatan herkes, faşisttir. Veya iflah olmaz bir komünisttir.
Bunların ortak karakteri antikomünistlikleridir.
Öyle mi?
ORTAKLAR: SOL VE TÜRKİYE DÜŞMANLARI
Her biri diğerinden daha sol ve sosyalizm düşmanı, mesela büyük çabalarıyla ve elbirliğiyle yıktıkları reel sosyalizmin tarihini (şu günlerde de abluka altındaki Küba’yı) bir cehennem olarak sergileyen kurumlardan, Chrest Vakfı’ndan, The European Endowment for Democracy’den, Heinrich Böll Vakfı’ndan vs. aldıkları desteği saklamıyorlar. En birinci gazetecilerin kendileri olduğunu ne yazık ki yine bazı çevrelere kabul ettirebiliyorlar.
Milliyetçi çevrelerle bu Batı’nın doğrudan beslemeleri arasında nitel bir fark yok.
İyi de, bunlardan gazeteci çıkar mı? Hakikat veya doğrulanmış gerçeklik anlamındaki “gerçeği”, bu insanlar arayıp bulabilir mi? Yoksa bunlar sadece pazarlamacı mı?
İki cephe var meydanda ve medyada.
Bu cephelerin hangisi bağımsız, gerçeğe sadık gazetecilik yapabilir?
“Türk olsun da çamurdan olsun” diyen, dengesiz, Türk sermayesine uşak ve egemen milliyetçi güruh mu, yoksa bu bakışa tepkiyle emperyalist Batı demokrasisine ve bazı muhalif zengin Kürtlerin “konaklarına” toz kondurmamayı iş sayanlar mı?
Bunların gerçekle ve toplumsal eşitlikle, insanın özgürleşmesiyle, Türkiye’nin eşitlikçi ve özgürlükçü bir temel üzerinden yeniden kurulmasıyla ne alakası var?
Her biri kendince kiralanabilir adamlar ve kadınlar…
KİMLİKÇİLİĞİN KİRİ BÜYÜKTÜR
Bunlar “her zaman haklılar” güruhudur, sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da ve onun efendisi Almanya’da da varlar. Şimdilerde Sahra Wagenknecht’in haftalardır en çok satan kitaplar listesinin başından inmeyen “Die Selbstgerechten”deki kimlikçilerdir. Kimseyi beğenmezler ve şimdilerde Kürt halkının acıları üzerine kurulmuş sözde muhalif tahtlarda gazetecilik yaptıklarını sanıyorlar.
İyi de, biz ne yapıyoruz?
Bunların dışında, kendi halkına, kendi işçi sınıfına ve aydınına, kendi diline dayanarak söyleyecek sözü olanlar var.
Kişisel görüşümdür, saklayacak değilim: Ankara’daki İslamofaşistleri iktidara taşıyanlar, şu veya bu ölçüde kandırıldıklarını utanmadan ilan edenler, AKP’nin faşist baskılarını sırtında duyunca, sempatimizi değil, elbette desteğimizi alır. Can Dündar’a, Deniz Yücel’e, Ahmet Nesin-Celal Başlangıç tayfasına, hatta Erk Acarer’e Türk milliyetçileriyle/dincileriyle birlikte saldıracak değiliz. Ama bu isimlerin Ahmet Altan’ın biyolojik olmasa da psikolojik babalığı altında serpilmiş, hatta paraya ve üne kavuşmuş insanlar olduğunu bildiğimizi de belirtiriz. Deniz Yücel kahramanımız hiç değildir. Bunların hepsi birbirinin karikatürü.
Basit gerçek ne mi?
Şu: Bunlar Avrupa’ya şu veya bu biçimde kapağı atmış veya kaçmak zorunda bırakılmış insanlardır, fakat Batı tekellerinin uşaklarıdır. Kendilerini, tanımsız bir demokrasi kavramıyla meşrulaştırıyorlar. Kemalist Cumhuriyet ve kurulmuş (şimdi yıkılmış) sosyalizmler en büyük düşmanlarıdır.
Batı tekellerinin ve onların emperyal devletlerinin ne istediğini bilecek kadar kurnazdırlar. Türkiye’deki sol, kamucu, eşitlikçi ve özgürleştirici bir iktidarı engellemek için orada tutuluyorlar: Solu, gerçek bir solu engellemek için solcu oldukları illüzyonu yaratılıyor. Bağımsız solumuzu ve yayıncılığımızı vurmadan, Türkiye ve Avrupa üzerindeki oyunların sonuç vermeyeceğinin farkındalar. Dedik ya, o kadar da aptal değiller. AKP iktidarını bu kafalarıyla sağladılar. Şimdi ağlamaları, biraz dövülmeleri nedeniyledir.
Gazetecilikten para kazandıkları anlaşılıyor. Ama bu kafayla özgürleştirici ve eşitlikçi bir gazetecilik, habercilik yapacaklarını kimse söyleyemez. Zaten de yapmadılar. Can Dündar bile o “TIR haberiyle” yeni bir şey yakalamış değildir. Sonradan AKP gemisine binen maocu bozkurtların (ki oradaki maocular da mekânı tamamen terk etti geriye Perinçek bozkurtları kaldı) haberini yeniden yayımladı. Hepsi o.
Can Dandar’ın en büyük haberi, bunların hayatının özetidir: Bunlar yıllardır dış desteklerle ayakta duruyorlar. Yazıyorlar, çiziyorlar, söylüyorlar. Fakat tek bir satır yeni bir şey, bizleri özgürleştirici tek bir şey, gerçekten sosyalist bir şey, bir haber, bir analiz çıkaramıyorlar. Kulluk edecekleri kapıları değiştiriyorlar sadece. Basit teknokratlardır.
Sorular haklıdır: Murat Belge’den bir şey çıktı mı ki, onun karikatürü Ahmet Altan’dan ve o karikatürün de bugün artık yaşlılar sırasına giren Ruşen Çakır-Can Dündar-Murat Yetkin-Ahmet Nesin markalı karikatürlerinden bir şey çıksın?
Demokrasi diye bir türlü tanımlayamadıkları bir “mutasavver” dinle, güya İslamcılığa, Türkçülüğe karşı muharebe meydanındalar.
AHMET NESİN, BABASININ “TERSİ”DİR
Türkiye bunlar için başından itibaren faşist bir devlettir. Bir Türk ilericiliği ve onun bağımsız gazetecilik mücadelesi diye bir şey yoktur. Türkçe diye bir şey de yoktur. Zaten pek kullanamazlar.
Şunu kabul etmezler mesela, ezberleri almaz: Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babaları, Osmanlı hanedanını, 600 yıllık sömürücülüğünün yanı sıra, Ermeni halkına karşı işlediği tarihsel cinayet nedeniyle tarihin çöplüğüne gönderdi. Bunu görecek ve kabul edecek bir halleri de yoktur. İslamcılarca ve bunların desteğiyle son 20 yıl içinde yerle bir edilen Türkiye Cumhuriyeti ve Türkçenin her zaman faşist bir şey olduğuna inanırlar. Söylediklerine bakmayın, kafalarının içindekine ve edimlerinden çıkan sonuçlara bakın.
Misal: Ahmet Nesin, babası Aziz Nesin’in her anlamda “tersi”dir.
Can Dündar, Ruşen Çakır, Murat Yetkin, Nuray Mert vs… Bunlar ve Medyascope veya Gazete Duvar türü işler… Bunların hepsinin psikolojik babası Ahmet Altan’dır. Ama Altan türünün doğum yeri de, 40 yıldır bağırdığımız gibi, “Belge’li Birikim Gericiliği”dir.
Hepsi, Türkiye’ye bir anomali olarak bakıyordu, İslamcılar, Türkçüler, Kürtçüler, en liberaller, hepsi… Ahmet Altan, bir insani çürüme simgesidir ve Taraf denilen o korkunç kumpası hazırlarken herkesten her kurumdan para almaya hazır olduğunu, kendisine karışılmadığı sürece her şekilde fonlanmaya teşne olduğunu bağıra bağıra gazetecilik yaptı.
Can Dündar ve onu pek beğenenlerden tutun şimdilerde kuyruğu kısılmış görünen Nuray Mert’e, eski solcu ve kıt zekâlı karikatürler Ruşen Çakır ve Murat Yetkin’den, bunların her yaştan hayranlarına, hepsi, iki Barış’tan sonra milliyetçi/CHP’ci kimliği iyice belirginleşen Odatv’de bir fonlanma haberi çıkınca ayağa kalktılar.
Kimsenin bağımsız olamayacağı ilan ediliyor.
İleride, yeni bir Türkçe ve Türkiye’de gazeteciliğin yüz karaları ve AKP’nin yolunu hazırlayan “imzalar” olarak, umarız, ipleri pazara çıkarılacak olan Murat Yetkin-Ruşen Çakır-Can Dündar çizgisi şu anda dizginleri ele geçirmiş görünüyor. Mağdur sanılıyorlar.
Büyük yıkımımızın mimarları arasındadırlar.
En büyük düşmanları da Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlanmacı mirası ve kurulmuş sosyalizmlerdir.
Bütün bu tartışmaların dışına çıkmamız gerek. Kendi işimize bakmamız, ama arada bir böyle izler bırakmamız gerek.
Bu cepheler birbirleriyle didişsinler. İlgilenmeyelim. Ama üretelim ve bunların cehaletinin, satılmışlığının halkımız tarafından görülmesini sağlayalım.
Şunu bile sormayalım: Yahu şu Köln merkezli ve ama Hollanda’da tuhaf bir vakfın fonladığı Artı TV veya “artigercek” sitesinin arkasında Ekim Alptekin diye bir adamın parmağı hiç mi yok?
Ne halleri varsa görsünler.
İLHAN SELÇUK’UN ANLATMAK İSTEDİĞİ
Türkiye ve Cumhuriyet Türkçesi’nden yeni ve gerçek özgürleştirici, eşitlikçi, dünyaya parmak ısırtan işler çıkarabiliriz. İlhan Selçuk, ölmeden önce kendisiyle ilgili yazdığım uzun bir yazı üzerine telefonda konuşurken (ki “Öfke” kitabımda ayrıntıları var, ilgilisi kitaba ulaşabilir), Türkiye ilericiliğinin karakterini çizmişti. Hani şu Namık Kemallerin, Nâzım Hikmetlerin, Behice Boranların, Hikmet Kıvılcımlı, Deniz, Mahir ve pırıl pırıl bir eleştirmen olma yolundaki unutulmaz Hüseyin Cevahir ile yoldaşlarının devrimciliğiydi anlatmak istediği. “Bu Batı bizi, Türkiye Cumhuriyeti’ni hiç istemedi, ama biz yaptık; buradakiler de Cumhuriyet gazetesini hiç istemedi, ama biz yine yaptık” demişti.
Bu bataklıkları bırakalım.
Kendi işimizi yapalım.
Onların istemediklerini yapalım.
Çoğalalım.
Biz ürettikçe ve çoğaldıkça, Batı’nın veya Türklerin ya da İslamcıların beslemesi bu kâzip şöhretlerin hızla unutulup gittiklerine, bir etkilerinin de kalmayacağına tanık oluruz.
Gazetecilik yapan solcu, devrimci genç kuşak, bu iki cepheyi reddedebilmelidir: Ruşen-Murat-Ahmet-Can çeteleriyle bunları fonlanmakla suçlayan ama kendileri her türlü yerli ve belki de yabancı fondan beslenmeye kapalı olmayan Türkçü-İslamcı odaklarla gazetecilik falan yapılmaz. Bunlarla dünyalığınızı devşirirsiniz, ama “gerçek”, daha doğrusu hakikat (truth, Wahrheit) çok başka yerde.
Türkiye ve Türkçeyi bir anomali olarak gören her renkten çevreyle, Türkiye’yi mümkün kılmış ve 1989’da yıkılmış sosyalizmi hâlâ baş düşman sayanlarla, Türkiye aydınının Rus ve Alman aydınıyla, dünyaya kafa tutmuş ve kendi cumhuriyetlerini kurmuş insanlarla bağlarının altını çizen bir zihniyete ihtiyaç var.
Uşakların birbirine girdiği şu ringe ya da bataklığa fazla zaman ayırmamakta yarar var. Bu uşakları ve kavgalarına bulaşmamayı öneriyorum gerçekten yaratıcı, aşkın ve yepyeni bir hayat kurmayı kendisine mesele kabul etmeye başlayan, gazetecilik/habercilik yapmak isteyen genç Türkiye aydınlarına… Gazeteciliği önemseyen aydın adaylarımıza… Bu kire bulaşmayın.
Ahmet Altan dövülen bir karikatürdü, böyle bir karikatürün şu sıralarda piyasadan çekilmemek için direnen Ruşen Çakır-Murat Yetkin-Ahmet Nesin-Can Dündar gibi karikatürlerine yüz vermeyin.
Yapılacak çok iş var.
Yazılacak çok haber var.
Bunlara bulaştıkça kirlenirsiniz. Kirleniriz. Kirlenmeyelim.
OSMAN ÇUTSAY – FRANKFURT
FOTO: A.A. / wwwtwitter.com