Bir eğilmez bükülmez kadın: Yazar Vicdan Özerdem
Uzun yıllardır çalışmalarını Mainz’da sürdüren Vicdan Özerdem’e yazmak iyi geliyor. Hayal kurmak, aktarmak, öyküler anlatmak… Yazmak, uzun süren tutukluluk yıllarını geri getirmiyor belki ama, ona nefes alabileceği, kendi içinden çıkan bir dünyayı, insanlara, dünyaya anlatma fırsatı veriyor. Yazar Özerdem, sorularımızı yanıtladı.
Eski gazeteci, şimdilerde yazar Vicdan Özerdem ile kitabı “Siyasi”yi konuşmak için buluştuk. Kadın olmayı, anne olmayı, göçmen olmayı, tutukluluk yıllarını ve kitabının çıkış hikâyesini anlattı. Donanımlı, incelikli, kırılgan ve sade bir kadından derin bir hayat hikâyesi ve o hikâyeden bir kesit…
– Bize biraz yazma hikâyenizden ve ilk kitabınız “Siyasi”den bahsedebilir misiniz? Nereden çıktı bu kitap?
VİCDAN ÖZERDEM – Ben çok okuyan bir insandım ve 4-5 sene önce öyküler yazmaya başladım. Bu bana çok iyi geldi. Yaşadığım zorlu süreçlerim vardı ve bunları yazmak bana tedavi gibi geldi.
– Bu zorlu süreçler nelerdi?
VİCDAN ÖZERDEM – Türkiye’de yıllarca cezaevinde kaldım ben, toplam on yıl, çeşitli zamanlarda… Kitapta bunlardan da bahsediyorum zaten… Bu kitap, benim ilk gazetecilik yaptığım dönemlerde tutuklanıp cezaevine girdiğim yıllara ait… 90’lı yıllardı o yıllar… Gazeteciliğe bir dönem ara verdim, sonra yine başladım… Siyasi bir gazeteydi… Ben gazetecilik yaptığım için gözaltına alındım ve tutuklandım. Küçük bir cezaeviydi ve siyasi tutuklu hiç yoktu. Beni mecburen “adli” tutuklu ve hükümlü kadınların koğuşuna koydular. Orada ilk defa adli suçlardan yatan tutuklularla karşılaşmıştım. Bu benim için çok ilginç ve önemli bir deneyim oldu. O insanları hiç tanımadığımı fark ettim. Medyanın yarattığı, katiller, hırsızlar, seks işçileri… Toplumun geneline hâkim bir algıdır. Gerçek anlamda sistem mağduru olan bu kadınların hikâyeleri bilinmiyor. Yaşadıkları zorluklar, başlarına gelen belalar, onlara giydirilen yoksulluğun “kader” gömleği… Bunlar konuşulup tartışılmıyor maalesef.
– Bu insanları bilmiyoruz, öyle mi?
VİCDAN ÖZERDEM – Toplumun önemli bir kesimi de, dizi dizi yapılan ranzalı, koğuşlu hapishane filmlerinden tanıyor onları. Birkaç film dışında ben onları bu filmlerde hiç göremedim, bulamadım. Senarist ve yönetmenlerin kafalarında oluşturduğu, “hayali” kurgulara dayalı filmler bunlar. Hatta bazı filmler, aşağılanmış, ötekileştirilmiş “adli” nedenlerden yatan kadın mahkûmları, daha da aşağılayan içeriklere sahipler. Maalesef birçoğumuz onları tanımıyor. Hikâyelerini bilmiyoruz. Halbuki onlar, her gün sokakta yanımızda yürüyen, zaman geçirdiğimiz kafelerde yan masada oturanlardir. Elbise aldığımız mağazanın çalışan genç kızlardır. Düğünlerde müzikleri ile eğlenip oynadığımız müzisyen kadınlardır…
Onlarla yaşadım, hepsinin kendince sebepleri var. İlk zamanlar ben de korktum, onlar da benden korktular, tanışmamız uzun sürdü, ama o dört ay boyunca tanıştığım her kadından birer parça anlatmaya çalıştım. O kadınların renkli bir yaşamları olduğunu gördüm. Tabii ki 90’lı yıllardı ve ben de çok gençtim. O dönem kadın mücadelesi bugün olduğu kadar ön planda değildi. “Adli kadınlar” bu kadar görünür değillerdi. Toplumsal bilincimizi oluşturan gelenekler, sistem, medya bize her gün onlardan uzak durmamızı ve korkmamızı öğütlemişti. “Adli kadınları” bir kavram olmaktan çıkarıp, onları tanımaya başladıkça, kafamdaki mesafenin de ne kadar büyük olduğunu gördüm. Onları tanıdıkça, kavramların hepsi ortadan kalktı. Ortaya çıkanın “insan” olduğunu gördüm. Ve bu insanlar, sistemin ve toplumun ötelediği, ezdiği, değersizleştirdiği, şiddet uyguladığı kadınlardı. Bu kadınlar, evde, sokakta, işyerinde, karakolda, hapishanede… Onlar yaşamın her anında ve her alanında yer alıyorlardı.
O yıllarda, kadın sorunu bugünkü gibi çokça konuşulup tartışılan bir konu değildi. Toplumsal muhalefetin öncelikleri arasında değildi kadın sorunu. Kadın hareketi de bugünkü gibi güçlü değildi. Son yıllarda tecavüz ve şiddet mağduru kadının kendini savunması ve kendi şiddet yöntemini uygulaması, vicdani bir duyarlılık ile karşılanabiliyor. Bu tabii ki uzun yıllardır kadın hareketinin ısrarlı çabası ve ödediği bedeller ile bu noktaya geldi. Ben “Siyasi” ile, bugün sahiplenilen fakat o dönem “görülemeyen” kadın arasında köprü kurmaya çalıştım.
– Ama cinayetler de çok yükseldi, son yirmi yılda kadın cinayetleri yüzde 400 artış göstermiş… Bu inanılmaz bir rakam…
VİCDAN ÖZERDEM – Evet, kesinlikle… Çelişki gibi görünse de, aslında değil. Kadın cinayetlerinin bu kadar yükseliyor olması, tamamen sistemin çürümüşlüğü ile ilgili. Eğitim sistemi zaten başlı başına büyük bir problem. Edebiyat, sanat ve bilimin yerine feodal, dinci eğitim sistemi kalıcı hale getirilmiş. Kadını ikinci sınıf, erkeği daha erk yapan bir sistem. Örneğin, sokakta polis tarafından acımasızca dövülen kadının, evlerde eşit birey olarak kabul görmesi mümkün mü?
– “Siyasi” öykü kitabının bu doğrultuda bir mesajı mı var?
VİCDAN ÖZERDEM – Dediğim gibi o yıllarda toplumsal mücadelenin öncelikleri farklıydı. Kadın sorunu yine vardı ama maalesef öncelikler içinde kabul görmüyordu. Ben o yıllarda genç bir üniversite öğrencisiydim. Bugünden geçmişe baktığımda; onların her birini, bugün sokaklarda direnen, mücadele eden kadın hareketinin ve demokrasi güçlerinin, birer öznesi yapmak için çok çalışırdım..
Çocukları ile birlikte o ağır koşullarda kalan “Fadime”ye, sadece dışarıda yalnız kalmaktan korktuğu için, annesi ile birlikte suçu üstlenen “Fatma”ya, akademisyen “Makbule”ye ses olmak isterdim.
– Peki şunu sorayım: Bu kitabı okuyan bir insan bitirdikten sonra neyi öğrenmiş olur, ne kazanmış olur?
VİCDAN ÖZERDEM – Yani onları insan gibi görür en azından. “Adli” bir suçla cezaevinde yatan bir kadın hakkında kafasında bir önyargi varsa, belki bunu kırmasına yardımcı olmuş olur.
– Buna benzer öykü kitaplarının devamı gelecek mi?
VİCDAN ÖZERDEM – Aslında var, birkaç tane böyle projem var. Daha doğrusu “Siyasi”ye yönelik çok olumlu tepkiler aldım. Daha önce yazdığım öykülerim vardı. Şimdi yazdıklarım var. Yıllardır yazıyorum, ama hiçbir zaman yayınlamayı düşünmedim. Arkadaşlarım doğum günümde bana bir süpriz yaparak “Siyasi”yi bir tane bastırıp bana hediye ettiler. Yani “Yayınla artık” dediler. Biraz da böyle bir süpriz ve teşvik sonucu yayınlama kararı aldım. Gelen olumlu tepkiler sonucu da diğer öykülerimi düzenlemeye başladım. Sanırım ikinci öykü kitabım, Almanca ve Türkçe olacak.
– Peki, kendinizi gerçekleştirmiş, tamamlanmış hissediyor musunuz? Önce uzun yıllar cezaevi dönemi, sonra serbest kaldınız… Sonra yine cezaevi süreci, zorlu yıllar. Almanya’da göçmenlik ve annelik… Sizin bir de bundan 10 sene önce bir Hırvatistan seyahatiniz ve Interpol hikâyeniz var. Tatile gittiğiniz Hırvatistan’da tutuklandınız. Serbest bırakılmanız için Avrupa’a eylemler yapıldı. Mainz Tren Garı önünde günlerce eylemler olmuştu. Eylemlere Türkiyelilerin yanı sıra, Almanlar ve başka uluslardan insanlarda katılıyordu. O gösterilere ben de katılmıştım. Tüm bu ağır süreçlerden ve badirelerden sonra ne düşünüyorsunuz?
VİCDAN ÖZERDEM – Bütün bu zorlukların üstesinden gelmeme kitaplar yardımcı oldu diyebilirim. Çocukluğumdan bu yana sürekli kitap okuyorum. Son 5 yıldır da okumanın yanı sıra yazıyorum. Türkiye’deki tutukluk yıllarım ve Hırvatistan badiresinin bende yarattığı tahribatlar vardı. Hırvatistan’da tutuklandığımda bizim oğlumuz daha çok küçüktü, 7 yaşındaydı. Bu beni korkunç derecede etkiledi. Hırvatistan’da cezaevinde 6 ay kaldım. Çok uzun bir süreydi benim için. Çocuğumda ve bende açılan yarayı tarif etmek mümkün değil. Oğlumuz 17 yaşına girdi. Onun yanı başındayım. Mutluyum. Okuyorum, yazıyorum…
UFUK EVLA BOSTAN – MAİNZ