enflasyon emeklilik ötv döviz otomobil sağlık

Barışın Jeopolitiği: Profesör Jeffrey Sachs’ın Avrupa Parlamentosu’ndaki tarihi konuşması

Barışın Jeopolitiği: Profesör Jeffrey Sachs’ın Avrupa Parlamentosu’ndaki tarihi konuşması
Yayınlama: 09.03.2025
38
A+
A-

Avrupa Parlamentosu’nda 19 Şubat 2025 tarihinde gerçekleşen ve eski BM Genel Sekreter Yardımcısı, şu anda BSW Avrupa Milletvekili olan Michael von der Schulenburg tarafından düzenlenen “Barışın Jeopolitiği” başlıklı etkinlik, çağdaş tarihin en çarpıcı tanıklıklarından birine sahne oldu.

Bu makale, Columbia Üniversitesi’nden dünyaca ünlü ekonomist Profesör Jeffrey Sachs’ın söz konusu etkinlikte yaptığı konuşmanın NachDenkSeiten tarafından düzenlenmiş bir transkripti. Sachs’ın konuşması, hem günümüzün karmaşık jeopolitik dinamiklerini anlamak hem de geleceğe yönelik dersler çıkarmak adına önemli bir zaman belgesi niteliği taşıyor. Metin, okunabilirlik açısından düzenlenmiş, dipnotlar ve bağlantılarla zenginleştirilmiş. Çeviri, Sonia Sachs’ın izniyle Klaus-Dieter Kolenda tarafından gerçekleştirilmiş. Metin Türkçeye ise Yeni Posta tarafından özetlenerek çevrildi:


BELİRSİZ VE TEHLİKELİ BİR DÖNEMDE NETLİK ARAYIŞI

Michael von der Schulenburg’a ve etkinliğe katılan herkese teşekkürlerimi sunuyorum. Bugün burada bir araya gelerek düşünme fırsatı bulmamız çok kıymetli. İçinde bulunduğumuz dönem, karmaşık, hızla değişen ve son derece tehlikeli bir süreç. Bu nedenle, düşüncelerimizde berraklığa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Konuşmamı mümkün olduğunca kısa ve net tutmaya özen göstereceğim, çünkü asıl amacım sizinle etkileşimde bulunmak ve bu konuları birlikte ele almak.

Son 36 yıldır Doğu Avrupa’daki, eski Sovyetler Birliği’ndeki, Rusya’daki ve Ukrayna’daki gelişmeleri yakından takip ediyorum. 1989’da Polonya hükümetine danışmanlık yaptım; 1990 ve 1991’de Başkan Gorbaçov’un ekonomi ekibine destek verdim; 1991-1993 arasında Başkan Yeltsin’in, 1993-1994 arasında ise Ukrayna Devlet Başkanı Kuçma’nın ekonomi ekiplerinde yer aldım. Estonya para biriminin oluşturulmasına katkıda bulundum, eski Yugoslavya’daki ülkelerden özellikle Slovenya’ya yardım ettim. Maidan olaylarından sonra yeni Ukrayna hükümeti beni Kiev’e davet etti; orada Maidan’ı gezdim ve birçok şeyi bizzat gözlemledim.

30 yılı aşkın süredir Rus liderlerle temas halindeyim. Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi liderlerini de yakından tanıyorum. Eski ABD Hazine Bakanı Janet Yellen, 52 yıl önce makroekonomi öğretmenimdi ve yarım yüzyıldır dostuz. Bu insanları tanıyorum. Şunu vurgulamak isterim ki, burada aktaracaklarım ikinci el bilgiler ya da ideolojik yorumlar değil; bizzat yaşadığım, gördüğüm ve deneyimlediğim gerçekler. Avrupa’yı ve dünyayı etkileyen olaylara dair anlayışımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Sadece Ukrayna krizini değil; 1999’daki Sırbistan olaylarını, Ortadoğu’daki Irak ve Suriye savaşlarını, Afrika’daki Sudan, Somali ve Libya çatışmalarını da ele alacağım. Bunların büyük bir kısmı, ABD’nin derin bir şekilde yanlış yönlendirilmiş politikalarının sonucudur. Söyleyeceklerim sizi şaşırtabilir, ancak bunlar tecrübelerim ve bilgilerim ışığında şekillenmiştir.


ABD DIŞ POLITIKASININ PERDE ARKASI

1. ABD’NIN SAVAŞLARLA DOLU 30 YILI

Konuşmamın temelinde, ABD’nin 30 yılı aşkın süredir yürüttüğü ve tetiklediği savaşlar yatıyor. Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasıyla birlikte ABD, kendini dünyanın tek hâkimi olarak görmeye başladı. 1990-91 yıllarında, özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, ABD liderleri artık diğer ülkelerin görüşlerine, kırmızı çizgilerine, güvenlik kaygılarına, uluslararası yükümlülüklere ya da Birleşmiş Milletler (BM) çerçevesine saygı duymak zorunda olmadıklarına karar verdiler. Bunu açıkça söylemekten üzüntü duyuyorum, ama gerçeği anlamanızı istiyorum.

1991’de Gorbaçov için mali yardım sağlanması adına çok çaba sarf ettim. Bence Gorbaçov, modern çağın en büyük devlet adamıydı. Yakın zamanda, 3 Haziran 1991’de Ulusal Güvenlik Konseyi’nde benim önerdiğim yardım paketinin tartışıldığı arşivlenmiş bir belgeyi okudum. Beyaz Saray’ın bu öneriyi tamamen reddettiğini ve Sovyetler Birliği’nin mali istikrarını sağlaması ya da reformlarını desteklemesi için yardım talebimi adeta yok saydığını ilk kez gördüm. Belge, ABD yönetiminin sadece bir felaketi önlemek için asgari düzeyde çaba gösterme kararı aldığını, fazlasını yapmayı ise reddettiğini ortaya koyuyor. ABD’nin görevinin yardım etmek olmadığına karar verdiler; tam aksine.

Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte bu tutum daha da abartılı bir hal aldı. Dick Cheney, Paul Wolfowitz gibi isimler –ki artık tanıyorsunuz– ABD’nin dünyada tek söz sahibi olduğuna inandılar. “Eski Sovyet coğrafyasını temizleyeceğiz, Sovyetler’in kalan tüm müttefiklerini devre dışı bırakacağız” dediler. Irak, Suriye gibi ülkeler bu plana dâhil edildi. 33 yıldır bu dış politikayı yaşıyoruz. Avrupa ise bu süreçte ağır bir bedel ödedi, çünkü bana göre Avrupa’nın bu dönemde tutarlı bir dış politikası olmadı. Ne bir ses, ne bir birlik, ne bir netlik, ne de Avrupa’ya özgü çıkarlar vardı; sadece ABD’ye bağlılık söz konusuydu.

Bazı istisnai anlar yaşandı. Örneğin, 2003’te Irak Savaşı öncesinde Fransa ve Almanya, “Bu savaşı desteklemeyeceğiz” diyerek BM Güvenlik Konseyi’ni bypass eden ABD’ye karşı çıktı. Bu savaş, Netanyahu ve Pentagon’daki ekibi tarafından tasarlanmıştı. Savaşın İsrail için yapıldığını söylüyorum; Wolfowitz ve Feith’in Netanyahu ile koordineli bir çalışmasıydı bu. Avrupa o dönemde sesini yükseltebildi; liderlerle konuştum, onların bu kabul edilemez savaşa karşı duruşları muhteşemdi. Ancak 2008’den sonra Avrupa tamamen sessizliğe gömüldü.


2. NATO’NUN DOĞU’YA GENİŞLEMESİ: VERİLEN SÖZLERE İHANET

1991 sonrası ABD, NATO’nun genişlemesini bir unipolar dünya projesi olarak gördü. Çocukken “Risk” oyununu oynadıysanız, ABD’nin stratejisi tam olarak buydu: Haritanın her köşesine bir asker yerleştirmek. ABD askeri üssü olmayan her yer potansiyel düşman, tarafsızlık ise siyasi sözlüklerinde bir hakaretti. 1994’te Başkan Clinton, NATO’nun doğuya genişlemesini resmen onayladı.

7 Şubat 1990’da Hans-Dietrich Genscher ve James Baker III, Gorbaçov ile görüştü. Genscher, sonrasında NATO’nun doğuya genişlemeyeceğini duyurdu. Bu, Almanya ve ABD’nin Varşova Paktı’nın dağılmasını kendi lehlerine kullanmayacağına dair bir taahhüttü. Bu sözler, hukuki ve diplomatik bir bağlamda, Alman yeniden birleşmesinin yolunu açan İkinci Dünya Savaşı’nı sonlandıran müzakerelerin temelini oluşturuyordu. “NATO bir santim bile doğuya gitmeyecek” denmişti. Bu, sayısız belgede açıkça yer alıyor; George Washington Üniversitesi’nin Ulusal Güvenlik Arşivi’nde bunlara ulaşabilirsiniz. ABD’nin bu konuda söyledikleri yalan, ama arşivler gerçeği gözler önüne seriyor.

Clinton, 1994’te NATO’yu Ukrayna’ya kadar genişletme kararını aldı. Bu, 30 yılı aşkın süredir devam eden bir ABD projesiydi. 1997’de Zbigniew Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası” kitabında bu genişlemeyi detaylandırdı. Brzezinski, Rusya’nın bu genişlemeye karşı koyamayacağını, ne Çin ne de İran ile ittifak kurabileceğini savundu. Ancak yanıldı. ABD stratejistleri, diğer tarafla diyalog kurmadan, sadece kendi varsayımlarıyla hareket etti. Bu, diplomasiyi gereksiz kılan, işbirlikçi olmayan bir oyun teorisiydi.


AVRUPA’NIN ROLÜ VE GELECEK

Sachs’ın konuşması, ABD’nin unipolar dünya vizyonunun Avrupa’yı ve dünyayı nasıl etkilediğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. NATO’nun genişlemesi, verilen sözlerin ihlali ve diplomasiden uzak politikalar, bugünkü krizlerin temelini oluşturdu. Avrupa, bu süreçte kendi sesini bulamazken, ABD’nin gölgesinde kaldı. Sachs, barışın ancak diplomasi ve karşılıklı anlayışla mümkün olduğunu vurguluyor. Bu konuşma, Avrupa’ya ve dünyaya, geleceği şekillendirmek için net bir vizyon geliştirme çağrısı olarak algılanabilir.

YENİ POSTA – STUTTGART

KAYNAK: https://www.nachdenkseiten.de/?p=129862

FOTO: APEC 2013 Creative Commons Attribution 2.0