Almanya’da Türkçe kültür: “Nâzım Hikmet çizgisinde” yeni adımlar atılıyor

Almanya’da Türkçe kültür: “Nâzım Hikmet çizgisinde” yeni adımlar atılıyor
Yayınlama: 04.02.2024
Düzenleme: 04.02.2024 22:27
228
A+
A-

Almanya’da, resmi istatistiklerde de görüldüğü gibi, en çok konuşulan ve Almanya dışından kaynaklanan ikinci büyük dil, Türkçe. Onu yıllarca hemen ardından Rusça izliyordu. “Ukraynaca”nın Rusçadan koparılmasından ve 1 milyona yakın Ukrayna göçmeninin Almanya’daki toplumsal yaşama katılmasından beri Türkçenin bu ülkede en çok konuşulan ikinci büyük dil olma özelliğini perçinlediğini, yani Rusça ile arayı açtığını bile ileri sürebiliriz. Buna rağmen özellikle okullardaki müfredatta Türkçeye hak ettiği yoğunlukla yer verilmemesi sert eleştiriler almayı sürdürüyor. Bu tutuma karşı ve Türkçenin zenginliklerini buradaki toplumsal yaşama katmayı hedefleyen ilerici nitelikli kültür çalışmaları yavaş yavaş toparlanıyor. Bunlardan biri de Nâzım Hikmet Kültür Merkezi (NHKM) etkinlikleri…

Türkiye’de geniş bir çevrede tanınan Nâzım Hikmet Kültür Merkezi bir süredir Almanya’da da etkinliklerini sürdürüyor. NHKM-Almanya’nın yeni dönemdeki hedefleri üzerine sorularımızı akademisyen, yazar ve çevirmen Nazlı Cihan, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi-Münih deneyimlerinden hareketle yanıtladı.  

NHKM Münih – Nazlı Cihan

– NKHM-Münih bünyesinde bir dizi etkinlik yapıyorsunuz. Yeni projeleriniz olduğunu da biliyoruz. Peki, Alman dili ve kültürünün çerçevelediği bir ortamda modern Türkçenin kurucu babalarından, büyük bir ozan ve hatta bir dünya devinin adı altında, komünist şair Nâzım Hikmet, bu girişimleriniz neyi hedefliyor? 

NAZLI CİHAN – Soruyu yanıtlayabilmek için önce Almanya’daki okurlara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’ni biraz tanıtmak gerekiyor. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi ilk olarak Nâzım Hikmet Kültür evi adıyla önce Kadıköy’de sonra da 2004 yılına kadar Taksim’de faaliyet gösterdikten sonra, 2004 yılından itibaren yeniden Bahariye-Kadıköy’de dostlarıyla buluşuyor.  Ruhi Su Salonu, Açıkhava Sahnesi, Kışlık Bahçe, Atölye Salonları, Yılmaz Güney Sinema Salonu, Nâzım Hikmet Kütüphanesi, Kitapevi ve Piraye Kafe‘den oluşan binasında kültür sanat etkinliklerine ev sahipliği yapıyor.

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi İstanbul ‘un ardından Ankara ve İzmir’de de benzer bir içerik ve işleyişle faaliyet göstermeye başladı, derken 2013 yılında Almanya’da, Berlin’de de dernek statüsüyle yola koyuldu. “Nâzım Hikmet her yerde!” diyerek 2019 yılından itibaren Almanya’nın başka kentlerinde de NHKM-Almanya olarak çeşitli etkinliklerle dostlarıyla bir araya gelmeye başladık. Özellikle son dört yılda Berlin, Münih ve Stuttgart’ta çok sayıda kültür-sanat etkinliği düzenledik. 

Gerçi Almanya’da, Türkiye’deki NHKM’lerin sahip olduğu fiziki olanaklara sahip değiliz, binamız yok örneğin Almanya’da, ama yine de yaratıcı çözümlerle Türkiye’deki NHKM’lerin temsil ettiği değerler ve ilkeler doğrultusunda kültür-sanat etkinlikleri düzenliyoruz. Nedir bu değerler bütünü, derseniz, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi, sadece bir kültür merkezi olmanın ötesinde, kültür-sanat alanını insanlığın özgür, eşit ve aydınlık geleceğine olan inancın bir ürünü ve toplumcu bir anlayışla kavrıyor.

Soruya dönecek olursak, evet, Alman dili ve kültürünün çerçevelediği bir ortamda değerli bir birikimin taşıyıcısı olmaya çalışıyoruz, ancak bu bizim için bir engel oluşturmuyor, hatta etkinliklerimizi olabildiğince iki dilli (Almanca-Türkçe) yapmaya çalışıyoruz ki, burada Türkçe konuşmayan emekçilerin de ilgisini çekebilelim, onlara seslenebilelim. 

Özetle, Türkiye’nin aydın birikiminin en önemli temsilcilerinden Nâzım Hikmet’i adıyla ve  dünya görüşüyle burada da sahiplenenlerin sayısını artırmayı, onları bir araya getirmeyi hedefliyoruz.

– Nasıl bir yöntem izliyorsunuz? Ya da nasıl bir yöntemle bu konuya yaklaşmayı düşünüyorsunuz? 

NAZLI CİHAN – Şunu özellikle belirtmek istiyorum: Biz NHKM-Almanya olarak burada Türkiye’deki NHKM’lerden farklı bir şey yapmıyoruz; buranın olanaklarıyla, benzer bir yaklaşımla benzer içerikli işler yapıyoruz. Almanya’nın özgünlükleri mutlaka vardır, bunları dikkate almak da gerekir. Ancak bizim odak noktamız, başat hedef kitlemiz olan Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli yurttaşlarımıza Türkiye’nin önemli aydın ve sanatçı birikiminden süzülerek günümüze gelen bir kültür repertuvarını aktarmak, temsil etmek. Bunun yanı sıra, Türkiye’deki sanatçı dostlarımız için de çalışmalarını Almanya’da ortaya koyabilecekleri bir zemin sunmaya çalışıyoruz. Örneğin geçen yıl Manifesto tiyatro oyununun Almanya’nın 6 kentini kapsayan bir Almanya turnesini gerçekleştirdik.  

Burada farklı yöntemlerle ilerliyoruz. Göç ve emek konularını kapsayan, kültür sanat alanını toplumsal sorunları merkeze alan bir bakışla buluşturan etkinlikler yapıyoruz. Film gösterimleri, söyleşiler, kitap tanıtımları, dayanışma geceleri, şiir dinletileri, konserler, müze gezileri gibi kültür-sanatın her alanından konulara, üretimlere ve bunlara eşlik eden toplumsal, siyasi tartışmalara yer veren etkinlikler düzenledik şimdiye kadar. 

Belli tarihlere ve belli konulara odaklanan etkinliklerin dışında, dostlarımızla sürekli bir ilişki geliştirmek üzere atölye çalışmalarımız da oluyor. Örneğin Berlin’de okuma grubu düzenli olarak toplanıyor ve belirlenen bir başlıkta okumalar ve tartışmalar düzenleniyor. 

Münih’te geçen yıl doğaçlama tiyatro atölyesi gerçekleştirdik; geçtiğimiz aylarda bir zeybek atölyesi tamamlandı. Amacımız, gerek etkinliklerin gerekse atölyelerin hem hazırlık aşamasında hem de uygulama aşamasında bizimle birlikte kolektif bir anlayışla çalışmalara katılacak, NHKM’nin yöntemini, temsil ettiği değerleri, çalışmalarını sahiplenecek ve aktif katkı sunacak bir çevre yaratmak. Bize atölye sunmak isteyen dostlarımızla birlikte atölyelerimizin planlamasını yapıyoruz. Örneğin Zeybek atölyesinin yürütücülüğünü yapan dostlarımızla, NHKM-Münih etkinlikleri sırasında tanıştık, sonra kolektifimize katılarak çalışmalarımızda bize destek oldular. Etkinliklerimizde sahne alan, müzikleriyle bize destek olan müzisyen dostlar biriktirdik. Kolektifimiz bu anlamda sürekli büyüyen ve devinen dinamik bir yapıya sahip. Bu söyleşi aracılığıyla bize omuz veren herkese de teşekkür ediyorum. 

– Etkinlik planlarınız, tasarım halinde bile olsa, ne düzeyde? Yeni bir etkinlik planınız olduğunu duyurdunuz. Buna göre, Türkiye’den gelip akademik kariyerini ilerletmek isteyen genç insanların Almancalarını geliştirebilmesi için bir toplantılar dizisi düşünüyorsunuz. Bu konuda da bilgi verebilir misiniz?

NAZLI CİHAN – Geçtiğimiz dört yılda yukarıda belirttiğim gibi, özellikle göç ve emek konularına odaklanan, işçi sınıfı perspektifiyle yaklaştığımız, bu perspektif doğrultusunda ele aldığımız çok sayıda etkinlik gerçekleştirdik. Olanaklar dahilinde bu etkinliklere daha da ağırlık vermek istiyoruz önümüzdeki dönemde. Buna yönelik etkinlik planlarımızın hazırlıkları da sürüyor. Ama kesinleşmediği için şu anda hepsi hakkında ayrıntı vermem doğru olmaz. 

Kesinleşen etkinliklerimiz ve atölyelerimiz var, onlardan bahsedebilirim. Örneğin şubat ayı içerisinde Münih’te, mart ayında da Stuttgart’ta başlayacak olan Almanca konuşma atölyelerinin hazırlıkları tamamlandı, kayıt alma aşmasına geldik. Sorunuzda ifade ettiniz, Türkiye’den Almanya’ya yeni bir göç dalgası sürüyor. Gelenler yalnızca akademik kariyerini ilerletmek isteyen genç insanlardan oluşmuyor, kapsamı genişleterek nitelikli bir işgücü göçünden söz etmek gerekir. Burada karşılaştıkları birçok sorunun yanı sıra en büyük engellerden biri de dil bariyeri. Kamu hizmeti veren bir kuruluş değiliz elbette, öyle bir yönelimimiz de yok. Bir dil kursu gibi algılanmamalı yapacağımız iş.  Bahsettiğimiz insanlar hâlihazırda dil kurslarına gidiyorlar zaten. Bizim amacımız, benzer sorunları yaşayan insanların bir araya gelerek öğrendikleri yeni dilde sorunları hakkında birbirleriyle konuşmalarını, bilgi alışverişinde bulunmalarını sağlamak. Bunun sosyalleşme yönüne önem veriyoruz. Dil, burada bir araç sadece. 

Ayrıca önümüzde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü var, bunların duyurusunu buradan yapabiliriz. Münih’te “Bir Makas Değişimiydi Tariş” belgesel filminin gösterimini gerçekleştireceğiz, arkasından da filmin yönetmeni Hülya Karcı ile bir söyleşi yapıp kadın emeği, işçi kadınların hak arama mücadelesindeki yeri konularını konuşacağız. Davetimizi kabul ettiği için bir kez daha teşekkür ediyoruz kendisine.  

Stuttgart’ta “Anadolu’nun Aydınlık Kadınları”  içerikli bir etkinlik düzenlenecek; burada da cumhuriyetin kuruluşundan günümüze Anadolu topraklarında aydınlanma mücadelesine büyük katkıları olan kadınlarımızın hayatlarından kesitler sunulacak. Başka kentlerde de 8 Mart’la ilgili etkinlik hazırlıkları sürüyor.  

– Türkçeyi, bu dildeki kültürü ve sosyalizm düşüncesini Almanca olarak da çoğunluk toplumuna tanıtmayı, daha yoğun bir ilişki örgütlemeyi hedeflediğiniz söylenebilir mi? En az 3,2 milyon Türkçeli insanın yaşadığı bir ülkede, ki bu sayı daha da yüksek olabilir yeni kuşaklardaki çok milliyetli beraberliklerin çocukları, eşleri vs. nedeniyle, Almanya’da, neden önemli?

NAZLI CİHAN – Önemli, çünkü böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Ama “Türkçeyi, bu dildeki kültürü ve sosyalizm düşüncesini Almanca olarak da çoğunluk toplumuna tanıtma” gibi bir hedef fazlasıyla iddialı olur.  En azından bunun sınırları var ve bizim de öncelikli hedefimiz bu değil. Demin bahsettim, başat hedef kitlemiz, Türkiye kökenli emekçiler; ha buna, yeni göç dalgasıyla gelen ve çoğunluğu Türkiye’de orta sınıf standardında yaşamını sürdürürken burada emekçi kimliğini daha fazla hissetmeye başlayan genç kitleyi ve yüksek öğrenim için gelen öğrencileri de eklemeliyiz elbette.  Söz konusu kitlenin bir özelliği de Türkiye’den belli bir entelektüel birikimi, ilerici nitelikler barındıran eğilim ve sosyalleşme kültürünü buraya taşımalarıdır. Bu özelliklerinden kaynaklanan beklentilerini kendi dil ve düşünce dünyalarında karşılayabilecekleri, birikimlerini kanalize edebilecekleri, sosyalliklerini kendi dil evrenlerinde yaşayabilecekleri ve doyurabilecekleri alanlar kısıtlı.  Bu, biraz da bu kitlenin burada kök salmasıyla birlikte bir mecraya akacak zamanla. Ya da akmayacak. Tam bu noktada bir müdahale gerekiyor işte. Biz bu müdahaleyi yapmaya, buraya alan açmaya çalışıyoruz. 

Aslında bir gözlemden yola çıkarak burada bir kültür ve sanat çalışması yürütmeye koyulduk diyebiliriz. Türkiye’den sürekli göç alan bir ülke olarak Almanya’da da yıllar içinde, buranın toplumsal koşullarına göre şekillenen kültür-sanat faaliyetlerinin oluşturduğu ayrı bir birikim mevcut. 70’lerden beri başta edebiyat ve sinema alanı olmak üzere, öne çıkan sanatçıların ve sanat ürünlerinin sayısında sürekli bir artış var. Ancak bu noktada, Almanya’daki Türkiye kökenli emekçiler için bu sanatsal üretimin bir entelektüel beslenme kanalı olarak işlev gördüğünü söylemek zor. 

“Gurbet” teması üzerinden buradaki Türkiye kökenli emekçilerin sorunları işlense de bu eserlerin çoğunluğunda, zamanla bu kitleyle eserler arasında bir açı oluştu. Bunda elbette toplumsal dinamiklerin, özellikle solun örgütlü gücünün zayıflamasının da etkisi oldu. Ancak bu açı büyüdükçe, süreç içerisinde burada kristalleşen sanatsal faaliyetler de Almanya’nın ya da Almancanın ana akım kültür atmosferine yönelmeye ve hapsolmaya başladı. Hal böyle olunca, buradan beslenme ve kendini geliştirme olanağı bulamayan Türkiye kökenli emekçi kesimler, boş zaman geçirmenin ve eğlenmenin daha yüzeysel formlarını geliştirmeye ve benimsemeye başladı.   

– Bir eleştiri mi bu?

NAZLI CİHAN – Değil. Bu bir eleştiri olarak algılanmamalı, bir gerçekliği yansıtan bir tespit diyelim. Kimseye haksızlık etmeden, ben baktığımda bunu görüyorum en azından. Ama aynı zamanda bu açının kapanması için yeni bir fırsat olarak da görüyorum buraya akmakta olan yeni birikimi. Bunun koşulu da yukarıda bahsettiğim müdahalelerle sağlanabilir.

– Türkçe ve Almanca arasında, kültürler arası ilişkiler temelinde, nasıl bir etkileşimin eksikliği içindeyiz ve siz neler öneriyorsunuz? Bu ilişkiler bugün ne düzeyde, neden eksik ve neler yapılması gerekiyor? 

NAZLI CİHAN – Bu çok farklı boyutları içinde barındıran, çok katmanlı bir soru… Yanıtlamayı deneyebilirim hiç değilse. Kültürlerarası ilişkilerden bahsederken, düşünsel boyutta Postmodernizmin, her şeyi küçük parçalara ayırıp sözde eşitledikten sonra birbirine eklemleme tuzağına düşmeden konuya yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. 

Dillerin kültürler arası etkileşim bağlamındaki işlevine, ya da tersinden, farklı dillerin bir arada bulunduğu çokkültürlü ortamlarda kültürlerarasılık yaklaşımının işlevine dair 70’li yıllardan beri sayısız akademik çalışma ve araştırma mevcut. İletişim ve kültür arasındaki ilişkiyi ifade eden bu kavramın, dil ve kültür alanları başta olmak üzere, sosyal bilimlerin birçok alanında hâlâ araştırma konusu olduğunu söylemek gerekiyor. Toplumların dinamik yapısı ve toplumsal koşullardaki dönüşümler, bu kavramla ilgili çıkarımların da sürekli güncellenmesini gerektiriyor. Kültürler arası ilişkilerde baskın bir kültürün (ve dilin) varlığı, bu alanda aşılamayan bir sorunsal olarak öne çıkıyor. 

– Bu aşılamayan sorunsal Almanya’da nasıl “sahne alıyor”?

NAZLI CİHAN – Buradan Almanya’ya geçecek olursak, biliyorsunuz Almanya’da “entegrasyon”, siyasi düzlemde, bir göç ülkesi olmaktan kaynaklanan toplumsal sorunların çözümü olarak önerilen bir kavram. En azından görünürde öyle. Bunun yanı sıra çok tartışılan ve tekrar tekrar gündeme getirilen bir kavram daha var, o da “Leitkultur”, yani Alman öncü/baskın kültürü. 

Bu iki kavramın, Almanya’da düzen siyasetinin emekçilere biçtiği rol açısından nasıl bir işlev gördüğüne biraz yakından bakmak gerekiyor. Entegrasyon konseptine olumluluk atfedilirken Leitkultur kavramına ise olumsuz anlam yükleniyor; oysa bunlar birbirine karşıt kavramlar değil. Entegrasyon, iki parçanın birbiriyle uyumlu hale getirilmesi ise, bu sağlanıyor mu Almanya’da? Zorunlu bir etkileşimden söz etmek mümkün ama Almanya’nın, içinde barındırdığı yüzlerce farklı unsurla uyumlu hale gelmesi hedefleniyor mu, emin değilim doğrusu. Bana daha çok bu zorunlu etkileşimin sınırları çizilmeye çalışılıyor gibi geliyor. 

Bunlar aynı zamanda düzenin siyasi sınırları ve bu sınırlar zorlandığı anda asıl mesele ortaya çıkıyor.  Yabancılar için, özellikle de sığınmacılar için çalışma ve oturum izni alabilmenin koşulu olan “Entegrasyon kursu” başka türlü nasıl açıklanabilir? Almanlar için neden bir entegrasyon kursu söz konusu değil? Birbiriyle uyumlu hale getirilmekten çok, farklı (yabancı) kültürlerin Alman kültürüne dahil edilmesi, yani eşitsiz bir ilişki söz konusu burada. Böylece Alman kültürü ve dili, “Leitkultur” olarak karşımıza çıkmış olmuyor mu? Leitkultur konseptini savunanlar, bunu en azından açıktan dillendirdikleri için bana daha samimi geliyor. 

Kültürler arası ilişkileri araştıran çalışmalarda, her iki önerme de aşılması gereken yaklaşımlar olarak ortaya konuluyor. Ve her ikisi de bana göre yerli ve göçmen işçiler, gençler, kadınlar arasında bölünmeyi derinleştiren, önyargıları körükleyen yaklaşımlar. Biri, Almanya’da yaşamayı ve çalışmayı göçmenler arasında bir rekabete dönüştürdüğü için, diğeri ise tüm emekçiler arasında “biz ve onlar” diye bir bölünmeyi zihinlere yerleştirdiği için. Dolayısıyla dayanışmayı, toplumsal ve sınıfsal bakışı dışlayan yaklaşımlar bunlar, düzenin istediği tablo. Bu tablodan Almanya’da da pekala yaşanan yoksulluğa ve eşitsizliklere, sömürünün her türlüsüne karşı bir çözümün çıkması mümkün değil.

Türkçenin Almanya’da en çok konuşulan yabancı dillerden biri olması, bu tabloyu değiştirmiyor. NHKM Almanya ise bu söyleşinin konusu, Almanya’daki yerli ve göçmen emekçileri daha fazla yan yana getirecek ortak kültürel etkinliklerin, sanatsal faaliyetlerin sayısının artırılması, çok dilli etkinliklerde ortak sorunların ele alınması, bir başlangıç noktası olabilir. 

YENİ POSTA – MÜNİH