AB’nin ikiyüzlü tutumu otoriter rejimlere güç veriyor: Yalın gerçek
Gazeteci-yazar Yücel Özdemir, Evrensel gazetesindeki yazısında AB’nin stratejik çıkarlarının ne anlama geldiğini sorguladı: “Ekonomik-siyasi çıkarlar zedelenmedikçe AB’nin egemen güçleri için temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasının çok da önemli olmadığını Türkiye, Polonya ve Macaristan örnekleri açık olarak gösteriyor.”
Son AB zirvesinin başlıca gündemleri arasında Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarının nasıl temin edileceği bulunurken, Türkiye ve Polonya gibi otoriter rejimlere karşı yeni yaptırım kararlarının alınıp alınmayacağı merakla bekleniyor.
Gerçi zirve öncesinde AB Komisyonu tarafından yayımlanan raporda, Türkiye konusunda tabiri caiz ise, hem nalına hem de mıhına vuruluyordu. Alman basınında “AB zayıflarla dolu Türkiye karnesini açıkladı” başlığıyla verilen haberlerde, temel hak ve özgürlüklerde ilerleme değil gerilemenin yaşandığı belirtilerek, “AB’nin hukuk devleti, temel haklar ve yargı bağımsızlığındaki kötüleşmeye yönelik ciddi endişelerinin Türkiye tarafından inandırıcı bir şekilde giderilemediği, hukukun üstünlüğü ve temel hakların AB-Türkiye ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası olduğu” tekrar vurgulandı. Raporda kötüleşmeyi kanıtlamak için bir dizi olay ve gelişme sıralanıyor.
Aynı raporda, 2021’de diyalog ve işbirliğinin arttığı, Türkiye’nin “göç, terörle mücadele, ekonomi, ticaret, enerji ve ulaşım” gibi ortak çıkar alanlarında kilit rol oynayan bir partner olduğuna işaret ediliyor.
STRATEJİK PARTNERLİK
Denilebilir ki, Türkiye-AB ilişkileri asıl olarak sık sık “AB’nin değerleri” olarak vurgulanan insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi üzerinde değil, ekonomik-siyasi çıkarlar temelindeki “stratejik partnerlik” üzerinde sürüyor. Bundan sonra da bu eksende kalmaya devam edecek. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in birlikte geçtiğimiz nisan ayında “koltuk skandalı”yla gündem olan Ankara ziyareti bunun ifadesiydi.
Dolayısıyla, başta Demirtaş ve Kavala olmak üzere, pek çok konuda AHİM kararlarını tanımayan Türkiye rejimine karşı AB’den güçlü yaptırım kararları almasını beklemek hayalciliktir. Zira, AB’nin egemen güçleri uluslararası ilişkilerdeki dengelere, Türkiye üzerinden hayata geçirecekleri çıkarlara bakarak hareket ediyorlar. Mali açıdan destek de aksamadan devam ediyor.
Hukuk devleti ve temel haklar ancak Türkiye’den ekonomik ve siyasi tavizler koparmak için baskı ve şantaj enstrümanları olarak gerektiğinde devreye konuluyor. Eğer böyle olmasaydı, aday ülke olarak Türkiye’nin “ortak değerlere” uyması için ekonomik ve siyasi yaptırımların çoktan devreye girmesi gerekiyordu.
TÜRKİYE, MACARİSTAN, POLONYA…
Belirtmek gerekiyor ki, AB’nin otoriter rejimler karşısındaki bu ikiyüzlü tutumu sadece Türkiye ile ilgili değil. Benzer bir yaklaşım, üyesi Macaristan ve Polonya için de geçerli. Özellikle Polonya, şu günlerde AB’nin ilan ettiği “temel prensiplere” adeta meydan okuyor. Tıpkı AKP’nin ilk yıllarında olduğu gibi az oyla tek başına meclisteki salt çoğunluğu elde eden aşırı sağcı-muhafazakâr Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), yargıdan güvenliğe kadar pek çok alanda “tek parti rejimi” kurmak için adımlar attı. 2015’ten yapılan “yargı reformuyla” yargıçların ataması hükümete devredildi.
Bu sürecin sonucu olarak Polonya Anayasa Mahkemesi, 7 Ekim’de AB yasalarının Polonya Anayasası’nın üzerinde olmadığına dair önemli bir karar aldı. Bu açıkça, Polonya’nın AB tarafından alınan kararlara, AİHM kararlarına uymayacağı ya da uymak zorunda olmadığı anlamına geliyor. Mahkeme başkanlığını PiS’e “çok yakın” olarak bilinen Julia Przylebska yapıyor.
AİHM 15 Temmuz’da Polonya’daki yargıç atamalarının hukuk devleti prensibine uygun olmadığına karar vermişti. Ancak AB, bu kararı tanımayan Polonya’ya sözde uyarıların dışında harekete geçmedi.
AB’nin hukuk devleti ilkelerinin yok sayılması karşısında çok fazla seçeneğinin olmadığının bilincinde olan Polonya Başbakanı Marawiecki, önceki gün Strasbourg’da, 16 Ekim’de Polonya Anayasa Mahkemesini “Meşru olmayan bir mahkeme” olarak ilan eden Avrupa Parlamentosunda “Polonya Anayasası, AB yasalarının üzerindedir. AB, bize baskı yapıyor” dedi.
CİDDİ BİR HAMLE BEKLENMEMELİ
Anlaşılan o ki, milliyetçi-faşist temelde otoriterleşme yönünde atılan adımlar karşısında AB ciddi bir hamle yapmayacak. Zira sürecin bu aşamaya gelmesi AB’nin seyirci kalmasının sonucu. Şimdi para cezası, korona yardımlarının geri alınması ve veto hakkının iptal edilmesiyle, perde arkasındaki “tek adam” Başbakan Yardımcısı Jaroslav Kacinski’nin durdurulabileceğinden söz ediliyor.
AB’nin temel haklar ve hukuk devleti yerine “stratejik çıkarlar” temelindeki politikası nasıl ki Türkiye’de Erdoğan’ın güç kazanmasına hizmet ettiyse, Polonya’da da Kacinski’ye yol verdi. Bu nedenle sözde eleştiriler ve kimi göstermelik yaptırımla havanda su dövmekten öteye geçmiyor. Ekonomik-siyasi çıkarlar zedelenmedikçe AB’nin egemen güçleri için temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasının çok da önemli olmadığını Türkiye, Polonya ve Macaristan örnekleri açık olarak gösteriyor.
Bu nedenle, demokrasiyi AB’den bekleme hayalciliğinden kurtulup, otoriter rejimlere karşı mücadelenin güçlendirilmesi tek çıkış yol olarak görünüyor.
YÜCEL ÖZDEMİR-KÖLN
FOTO: European Union / commons.wikimedia.org
KAYNAK: www.evrensel.net