Basın özgürlüğü maskesi düşüyor: Almanya’da eleştirel gazetecilik “komplo” damgasıyla susturuluyor

Basın özgürlüğü maskesi düşüyor: Almanya’da eleştirel gazetecilik “komplo” damgasıyla susturuluyor
Yayınlama: 05.05.2025
8
A+
A-

Basın özgürlüğünün kalesi olarak gösterilen Almanya’da, eleştirel sesler giderek daha fazla susturuluyor. Özellikle Ukrayna savaşı ve aşı politikaları gibi konularda farklı görüş bildiren gazetecilerin “komplo teorisyeni” olarak etiketlenmesi, ülkede ifade özgürlüğünün ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne seriyor.

Dünyanın en köklü basın özgürlüğü gözlem kuruluşlarından biri olan Sınır Tanımayan Gazeteciler (Reporter ohne Grenzen – RSF), Almanya’nın basın özgürlüğü endeksinde bir basamak gerileyerek 11. sıraya düştüğünü açıkladı. Bu düşüş, sadece teknik bir sıralama meselesi değil; aynı zamanda Almanya’daki demokratik kamusal alanın daraldığının sinyali.

ELEŞTİRİ Mİ? KOMPLO TEORİSİ!

RSF’nin raporu Almanya’daki “görünür zorluklara” dikkat çekerken, sahadaki gazeteciler için durum çok daha çarpıcı: Özellikle Ukrayna’daki savaş politikalarını, Gazze’deki katliamı veya pandemi sürecindeki aşı uygulamalarını sorgulayan gazeteciler, kamusal linç ve medya dışlanması ile karşı karşıya kalıyor. Savaş karşıtı sesler “Putin sempatizanı”, aşı politikalarına eleştiri getirenler ise “aşı karşıtı fanatikler” ya da “komplo teorisyenleri” olarak damgalanıyor.

Oysa basın özgürlüğünün anlamı, yalnızca hükümetin onayladığı anlatıları tekrar etmek değil elbette. Demokratik bir toplumda gazeteciliğin görevi, resmi söylemin dışına çıkmak, farklı bakış açılarını araştırmak ve kamuoyunu bilgilendirmektir. Ancak Almanya’da, bu temel görev giderek bir risk alanına dönüşüyor.

BARIŞ İSTEYEN GAZETECİLER DIŞLANIYOR

2022’den bu yana özellikle Ukrayna savaşında diplomasi ve barış çağrısı yapan gazeteciler, ana akım medyadan sistematik biçimde uzaklaştırılıyor. Kamu yayıncılığı dahil olmak üzere büyük medya kurumlarında barış söylemi neredeyse yok hükmünde. Eleştirel bakış açısına sahip olanlar ya işlerinden uzaklaştırılıyor ya da “marjinal” mecralara itiliyor.

Bu durum, RSF’nin “medyanın ekonomik sürdürülebilirliği” konusundaki uyarısıyla da örtüşüyor: “Eğer medya kuruluşları finansal ve politik baskı altına alınırsa, kim gerçekleri ortaya çıkaracak? Kim dezenformasyonu sorgulayacak?” sorusu bugün Almanya’da her zamankinden daha fazla anlam taşıyor.

“TATMİN EDİCİ”: BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN YETERLİ Mİ?

2025 Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Almanya, 83,9 puanla sadece “tatmin edici” düzeyde değerlendiriliyor. Oysa aynı listede Norveç, Estonya ve Hollanda gibi ülkeler “iyi” kategorisinde yer alıyor. Almanya’nın gerisinde kaldığı ülkeler arasında İsviçre ve Portekiz gibi demokratik standartlarıyla bilinen ülkeler bulunuyor.

ÇİFTE STANDART VE AVRUPA İKİYÜZLÜLÜĞÜ

Avrupa’da basın özgürlüğü üzerine çokça konuşulsa da, uygulamada ciddi çifte standartlar söz konusu. Çin, Kuzey Kore veya Eritre gibi ülkelerdeki baskıcı uygulamalar sert dille eleştirilirken; Almanya gibi Batılı demokrasilerdeki “yumuşak sansür” ve sosyal izolasyon uygulamaları çoğu zaman görmezden geliniyor.

RSF, “bağımsız gazetecilik otokratlar için bir diken gibidir” diyor. Ancak bugün, Almanya’daki gazeteciler için de gerçekleri yazmak, otoriter rejimlerde olduğu gibi tehlikeli bir eyleme dönüşmüş durumda.

ÖZGÜRLÜK SADECE LAFLA DEĞİL, PRATİKLE ÖLÇÜLÜR

Basın özgürlüğü, sadece yasal metinlerde var olmakla değil, toplumun farklı seslere tahammülüyle, kamuoyunun medya çeşitliliğine erişimiyle ve gazetecilerin güvenli çalışabilme koşullarıyla mümkün. Almanya gibi demokrasinin beşiği sayılan bir ülkede, tek sesli medya ortamı, etiketleme yoluyla susturma ve barış talep eden gazetecilerin itibarsızlaştırılması, bu özgürlüğün sadece kağıt üzerinde kaldığını gösteriyor.

Bu durumda gerçekten özgür müyüz? Yoksa sadece özgür olduğumuzu mu sanıyoruz? Ve Almanya hâlâ bir “basın özgürlüğü örneği” mi, yoksa eleştiri kültürünü bastıran yeni bir dogmatik düzene mi dönüşüyor?

IŞIN ERTÜRK – STUTTGART

Walter Lee Olivares de la Cruz – Unsplash