Olayların ardındaki gerçek çok farklı: “Hollandalı çiftçilerden bana ne!”
Perdenin ardındaki birileri, ileride insanlığı çok büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakacak bir düzeni sağlama kavgası vermektedirler. Haklı bir gerekçeye, çevre kirlenmesine karşı mücadeleye yaslanarak ve en başta Yeşiller’i sahaya sürerek hedeflenen “varış noktası” bellidir.
Bu toplumun ezici çoğunluğu “Hollandalı çiftçilerden bana ne!” diye düşünüyor olabilir. Hatta Hollanda’daki çitçilerin ve hayvan yetiştiricilerinin direnişiyle ilgili tek tük haberlere göz atma zahmetine katlanmamış olabilirler. Dolayısıyla Hollanda-Almanya sınırında neler olduğunun farkında bile olmayabilirler. Halbuki haftalardır sürüyor Hollanda’daki küçük çiftlik sahiplerinin direnişi. Hayatta kalma mücadelesini sokaklara taşımışlar, Almanya sınırına yakın bölgelerde traktörleriyle kavşakları kapatmışlar, protesto pankartları açmışlardı.
Halkın ezici çoğunluğu “Adam sen de!” derken, Hollanda’da birileri olayları dikkatle izliyor, protestoları bastırmak üzere tedbirler düşünüyor, bunları devletin üstüne üniforma giydirip eline silah verdiği güçlere dikte ediyordu. Sadece Hollanda’da değil. Almanya’da da… Çoğunluk medyadaki kısacık haberlerin üstünden atlayıp geçerken, burada da dikkat kesilmiş birileri vardı. Kuşku götürmez biçimde Hollanda’daki birileriyle sürekli temas halinde olan ve olayları yakından izleyen birileri… Nitekim Almanya’da da küçük çiftçiler Hollanda’daki meslektaşlarıyla dayanışmaya kalkmakta gecikmediler. Çünkü aynı sorun onların tepesinde de Demokles’in kılıcı gibi sallanıp duruyor.
Haber ajansları, bazıları direnişçilere pek de sempati beslemeyen, hatta bazıları satır aralarında direnişçileri şeytanlaştıran haberler geçtiler. Bunlarda direnişçilerin ne istediklerine değgin kısa bilgiler de vardı. Aslına bakılırsa, çiftçiler gerçekten bir “ölüm-kalım mücadelesi” vermekteydi. Küçük çiftliklere ekonomik açıdan asla yerine getiremeyecekleri koşullar dayatılıyor, çiftçilerin bir kısmı çiftliklerini kapatmaya zorlanıyordu. Bunu gönüllü yapmasalar çiftliklerine el konma tehlikesi de vardı. Tabii hukuka, yasalara, yönetmeliklere uygun olarak…
GEREKÇE Mİ, BAHANE Mİ?
Çiftçilerin ne istediği belli. Ortalıkta dolaşan genelgeçer neden, küçük çiftliklerde hayvanların dışkılarının çevre kirliliğine (toprakların ve yeraltı sularının kirlenmesine) neden olduğu. Buna karşı mücadele için kolları sıvamış birileri de söz konusu kirlenmeyi engellemek üzere yeni yasalar, yönetmelikler, hayvan yetiştirmede yeni kurallar öneriyorlar.
Peki, mesele sadece bir “çevreyi koruma sorunu”ndan mı ibaret? Özel olarak aramadıkça, buna değinen bir habere ya da yoruma rastlamak pek olası değil. Bu konunun şampiyonu Yeşiller yaygarayı basıyor, bunları parlamentolarda tartışmaya açıyor, sonunda onaylatıyorlar. Eh, doğanın korunması, üç-beş çiftliğin varlığını devam ettirmesinden çok daha önemli değil mi?
Heyhat! Mesele bunca yalın mı? Herkes tarafından anlaşılıp, onaylanacak bu nedenin ardında başka bir gerçek gizli olmasın sakın! Direnenler küçük çiftçiler. Bunu anladık. İyi de, Yeşiller başta olmak üzere onlara bu koşulları dayatan politikacılar ve bürokratlar kimler? Ve onların da arkasında kimler var?
Aslında can alıcı soruyu belki de başka bir köşeden sormak gerekiyor: Yaklaşık 10-15 bin küçük çiftlik kapanınca bunların ürettiği et-süt de ortadan kalkacak mı? Yoksa onların üretimini başka birileri mi sürdürecek? Kapitalizmin tarihsel olarak ortadan kaldırmakta olduğu bu çiftçilerin “pazar payı”ne olacak?
İşte bu soruya yanıt ararken varılacak tek bir nokta var: Perdenin ardındaki birileri, ileride insanlığı çok büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakacak bir düzeni sağlama kavgası vermektedirler. Haklı bir gerekçeye, çevre kirlenmesine karşı mücadeleye yaslanarak ve en başta Yeşiller’i sahaya sürerek hedeflenen “varış noktası” bellidir: (Yaşamın hemen tüm alanlarında olduğu gibi) tarımı, gıda maddeleri üretimini, kısacası depolama, nakliye ve perakende satış da içinde olmak üzere tüm süreçleri az sayıda tekelin ellerinde toplamak!
Tehlike çanları yüz yıldan uzun bir süre önce çalmaya başlamıştı. Duyana… Kartellerin, uluslararası tekellerin, ülkelere hâkim konuma gelen finans oligarşisinin, kapitalizmin bir yeni aşaması olarak emperyalist düzenin insanlığa hazırladığı karanlık geleceği haber veriyordu bu çan sesleri. Sadece marksist devrimciler değil, bazı burjuva ekonomistler de konuya dikkat çekmeye başlamıştı. Okuyana…
ASIL GERÇEK
Şimdi ne olacak? Direnişçiler yorulacak. Araya “arabulucular” girecek. Parlamentoda bir sürü laf kalabalığı arasında tartışma devam edecek. Ve… Bize “halkın yönetime katılışı” diye yutturulan “temsilî demokrasi” denen bu düzende, sıradan halkın çocukları olmadıkları gibi, büyük çoğunluğu halkın değil, doğrudan büyük sermaye gruplarının çıkarlarını temsil edenlerin elleri kalkacak, elleri inecek…
İş, olacağına varacak.
Binlerce küçük çiftçi piyasadan silinerek topraklarını, hayvanlarını tekellere terk edecek! Ve tabii küçük çiftçileri ezip geçenler, yeni yaptırımların maliyetine destek için vakit geçirmeksizin devletin kasalarını tekellere açacaklar. (Delidana hastalığı ardından büyükbaş hayvanlar şehvetle telef edildikten, Kuş Gribi bahanesiyle kanatlılar canlı canlı yakıldıktan ve köylerde kümesler bile ortalıktan silindikten sonra, bunların üretiminin kimlerin eline bırakıldığını unuttuk mu?)
“Hollanda’daki çiftçilerden bana ne!” diyerek omuz silkenler, havaalanlarında greve çıkan işçilere uçuşları engelliyorlar diye kızanlar, toplumsal yaşamda ilerlemekte olan bu sömürü ve talanı görmezlikten gelenler… Bu gidişe bir an önce dur diyemezsek, sizler yüzünden çocuklarımız olmasa da torunlarımız ne yazık ki, hepimizi bir torbaya doldurup, lanetle anacaklar.
CEMİL FUAT HENDEK – MAİNZ
GÖRSEL: Ömer Yaprakkıran